2 Haziran 2014 Pazartesi

Rivayet odur ki - Bedreddini





Gün batıyordu. Tepenin yamacına iki büklüm çömelmiş ihtiyarın biteviye uzanan gölgesinin izini süren karıncalar seferlerini nihayete erdiremeden, yılın bu zamanında cehennemi azametini kaybetmişçesine şavkıyan mihri dağların arasına gömülecekti. Puslu hava günü sisin griliğine, gel geç gölgeli bir muğlaklığa mahkum kılmıştı.


Bu geçkince adam cenubi Dobruca köylülerindendi. Nicedir gün kaybolurken gelip zifir baki kalana değin oturuyor, kırk yıl öncesinin anılarını havsalasında evirip çeviriyordu. Bütün bu uğraşlar tek bir yere gelip saplanmaktaydı: Deliorman'ın fısıldadığı, Dobruca köylüleri arasında kutlu bir vahiy gibi dilden dile dolaşan, her bakışta umulan, her düşte hayallenen günler gelecek miydi? 

28 Nisan 2014 Pazartesi

Persepolis

Nisan'14

“Düşmanın yalanına aldırış etme hafız,
Doğru söylese zaten onunla savaşmayız!”

Hafız-ı Şirazi
eutt sigarali kadin


Sigarasını yakmış genç bir kadının ağzından Kadim pers diyarı söylencesi…

Bin bir gecenin esrarını kaybetmiş, Hafız ve Hayyam’ın rubailerini reddetmiş, Mantıku’t-Tayr kuşlarının birer birer yorgun düşüp terk eyledikleri bir Fars diyarı anlatısı Persepolis. Tarihsel olarak Hafız’ın şehri Şiraz’ın yakınlarında yer eden bu kadim şehir Marjane Satrapi’nin kitabına isim olmuş. Çoğumuzun animasyon filmiyle tanıdığımız bu eser, EÜTT(Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu) tarafından 27 Mart’tan itibaren sahnelenmekte. Bu yazıda oyunun özetinden ziyade izleyen seyircilerin ve sahneleyen grubun daha rahat anlayabileceği bir yapı kurmak istiyorum.

19 Aralık 2013 Perşembe

Hegemonya, Oyun, Roller ve Performans [1]

Aralık'13



Lise tarih dersi ezberidir; Fransız Devrimi milliyetçi fikirler yayarak Avrupa haritasının değişmesine ve de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlıkların bu fikirlerden etkilenmesine yol açmıştır. Bu durumdan etkilenen sadece Osmanlı İmparatorluğu değildi elbette ki coğrafi olarak daha yakında bulunan Bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vardı. Her zaman olduğu gibi iktidarının sarsıldığını hisseden yapılanmalar bu değişime direnç gösterdiler ve onu silah yoluyla bastırma yolunu seçtiler. Fransa’ya savaş ilan eden bu devletlerin unuttukları bir şey vardı bir ülkeye saldırı olduğu anda yurttaşlar ülkelerini ve ülkelerini temsil eden devrimi savunma yoluna giderler. Dış tehdit daha öncelikli bir hal alır. Hocam Prof. Dr. Abbas Vali bu durumun en net tezahürünün İran’daki İslami devrimi sonrası yaşanan Irak saldırısında gözlemlenebileceğini söyler.

Konuyu biraz dağıtmış olsam da bir yazı dizisi halinde yayınlamayı düşündüğüm bu inceleme için çok da absürd bir giriş yapmadığımı düşünüyorum. Zira 1789 Fransız Devrimi öne süreceğim düşünceler ve analizler için bir çıkış noktası niteliği taşımaktadır. Bu yazı dizisinde iktidarların hegemonya kavramını ve günümüzde hayatın her noktasına sirayet etmiş teknolojik yaygınlığın önemli bir parçası haline gelen dijital oyunları ele alacağım. Bu giriş yazısının amacı böyle bir yazı dizisi için teorik bir arka plan niteliği taşımaktır. Sırasıyla iktidar sistemlerinin yarattığı hegemonyayı ve bu hegemonyanın dayattığı bir düzende şekillenen ve insanların gündelik pratikleri içine giren dijital oyunları ele alacağım. Sadece yapısal bir analize gark olmayı istemiyorum Konuyu hem mikro-makro seviyelerde ele almak sonrasında da bunların bir bileşkesini düşünmeye çalışmak yerinde olacaktır. Bu incelemeyi teatral bir niteliğe büründüren ise oyun kavramı ve bu kavram içerisinde yer alan simulatif oyunlar ile FRP (Fantasy Role Playing) mefhumları olacak. Üstelik dijital oyunlarda sistemi ve sosyal yapıları yeniden üreten insanlığın gündelik performansları, bunların dramaturjileri de incelemeye dahil olacaktır.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Lüks Tüketim ve Seyirci Performansları

Kasım'13


Konuya doğrudan bir örnekle girecek olursak Joshua Bell’in metroda gerçekleştirdiği bir deneyi[1] paylaşmak isterim.

“Alanında kendini ispatlamış ve sayılı keman virtüözlerinden biri olarak gösterilen Joshua Bell, Washington’ın işlek metro istasyonlarından birine gider. Bir köşede oturur, önüne bir kutu koyar, kemanını çıkarıp çalmaya başlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hâkim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez,
alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell’in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston’da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı… ”

10 Kasım 2013 Pazar

Resmi İdeoloji Sahnede Üzerine

Kasım'13

Mimesis Söyleşi / Esra Dicle Başbuğ, Boğaziçi Üniversitesi’nde Türkçe dersleri koordinatörlüğünde öğretim görevlisi… Edebiyat kuramları ve eleştiri, ideoloji ve edebiyat, modern Türk tiyatrosu üzerine çeşitli çalışmalar gerçekleştirmiş birisi. Kendisiyle “Kemalist İdeolojinin İnşasında Halkevleri Dönemi Tiyatro Oyunlarının Etkisi” alt başlığını verdiği çalışması ve buna bağlı olarak etkileri bugün de süren, yeniden üretilen devlet ideolojisi-sanat ilişkisine dair söyleşimizi paylaşıyoruz.

7 Kasım 2013 Perşembe

Cumhuriyetin Bitmeyen Alacaklıları: M.Kemal'den Erdoğan'a

Kasım'13


Geçtiğimiz günlerde Şafak Pavey'in meclis genel kuruluna seslenirken kurduğu "Çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla Çamlıca'da kuytuda sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal'e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum. " cümlesinden sonra yine yeni yeniden vadesi gelmiş borçlarımızın hatırlatılması durumuyla karşı karşıya kaldık.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Anna Karenina Ama Tolstoy Ne Der Bilemedim

Ekim'13



Çoğunlukla izlenilen oyunun yapısı, özü, üslubu, dili yazılan eleştiriye sirayet eder. En nihayetinde yazan kimse oyunun, imgeleminde bıraktığı izdüşümlerini değerlendiriyor demektir. Ve en nihayetinde yol bir kafiye arar ve bulur dönemeçlerin benzerliğinde…

Demem o ki bu yazının üslubunun müsebbibi benden ziyade Tolstoy’un eserini hallaç pamuğu gibi atan yazar Armin Petras ve bu uyarlamayı sahneleyen yönetmen Daniel Špinar ikilisidir.

Son bir aydır Brno’da izlediğim klasiklerin, klasik klasik sahnelenmesinden şikayet ederken bir arkadaşın önerisiyle bu akşam (22 Ekim) Narodni Divadlo’dan Anna Karenina’yı izlemek istedim. Gerçi oyunun farklılığından bahsederken interesting yerine strange kelimesini kullanmasından işin içinden bir hinlik olduğunu anlamam gerekirdi.