Mayıs'12
“Beyaz adam bu topraklara geldiğinde onların İncil’i, bizim topraklarımız vardı. Beyaz adam bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğretti. Gözlerimizi açtığımızda bizim İncil’imiz vardı, onların ise toprakları…”
İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu, nam-ı diğer Çapa bu sene Peter Shaffer’ın kaleme aldığı ve Türkçeye Güneş Avı olarak çevrilen The Royal Hunt Of The Sun oyununu sahneledi. Oyunu hem Anadolu Üniversitesi Tiyatro Şenliği’nde hem de Alternatif Tiyatrolar Buluşması kapsamında İTÜ Maslak KSB Oditoryumu’nda izleme imkânı elde ettim. Güneş Avı, üniversite tiyatrolarının repertuarlarında sıkça karşılaştığımız bir metin değil keza oyunun metnini bulmak da çok kolay değil, bu yüzden düşüncelerimi oyunun sahnelenen hali ve oyun sonrası fuayelerdeki tartışmalar üzerinden izah etmeye çalışacağım.
Oyunda, yıllarını kılıcını hizmetine sunduğu İspanya’nın sömürgeci seferlerinde geçiren General Pizarro, İspanya kralından Peru seferi için imtiyaz almıştır. Adını fatihlerin arasına yazdırmayı ve isminin yaşamasını amaç edinen Pizarro, yanına kilise temsilcilerini, kraliyet görevlilerini, kurmaylarını ve sefaletten ölmek üzereyken altın vaadiyle seferine dâhil ettiği köylü askerlerini de alarak Peru’ya doğru yelken açar. Peru’da hüküm sürmekte olan Tanrı-Kral Atahuallpa ile karşılaşır ve adım adım Peru’nun, İnka medeniyetinin çöküşünü, insanlarının katledilişini görürüz.
Oyunun politik, tarihsel arka planına bakacak olursak şu tanımlama her şeyi özetliyor: “Amerika’nın Keşfi”. Keşif bilinmeyen ancak var olan bir şeyin bulunmasıdır. Hali hazırda yüzyıllardır kadim medeniyetlerin hüküm sürdüğü toprakların, üzerinde yüzlerce dilin yeşerdiği kıtanın “keşfedilmiş” olması tamamen Avrupa merkezli bir algının tezahürüdür.
Bu istila anlatısına bakarken çok daha geniş bir çerçeve çizmek gerekir zira bu yalnız yeni dünyaya uygulanan bir müdahale değildir. Eğitim sistemimizin ne olduğundan, nasıl işlediğinden zerrece dem vurmadan bize ezberlettiği “kapitülasyon” lar da istilanın ekonomik yüzünden başka bir şey değildir. Sadece Osmanlı’ya dair değil özellikle 19. Yüzyıl’da Çin ile Eastern Indian Company özelinde Britanya ilişkileri veyahut Tokugawa hanedanın yönetimindeki Japonya ile ABD’nin ilişkileri bu emperyal istila ilişkisinden ayrışmamaktadır. Hatta 1838 Baltalimanı Anlaşması(Osmanlı), 1842 Nenjing Anlaşması(Çin), 1854 Kenawaga Anlaşması(Japonya) metinleri karşılaştırıldığında bugünün banka anlaşmalarına benzer şekilde sadece taraf olan devletlerinin adının farklılaştığını görürüz. Emperyal güçler kapitalizmin getirdiği tek tipleşmeyi öylesine içselleştirmişlerdir ki ayrı birer ekonomik istila anlaşması yazmaya tenezzül etmemişlerdir. Oyunda ise, İspanya kökenli bir yeni dünya istilasının Peru’da zuhur etmiş halini görürüz.
Oyunun metnine hâkim olamadığım için ayrıntılı bir iktidar odakları analizine giremeyeceğim. Bunun yerine grubun tercih ettiği dramaturjik yorumlamalar üzerine birkaç şey söylemek daha doğru olacaktır. Yorumlarım ne kadar oyun metninden ne kadar grubun tercihlerinden kaynaklı bilemiyorum. Oyundaki temel odaklar, General Pizarro, Tanrı-Kral Atahuallpa, İspanya kralının temsilcisi, kilise temsilcileri, askerler ve oyunda hem anlatıcı hem de istila ordusunun bir parçası olan Marti (veya Martin) olarak ele alınabilir.
General Pizarro, yıllardır savaştığı ülkesinden kendisi için rahat bir emeklilik beklerken bunu alamamış bu yüzden kendince hak ettiği üne kavuşmayı, son seferini yaparak adını dünyada kalıcı bir hale getirmeyi amaç edinmiş bir komutan. Shaffer’ın yarattığı bu karakter son 30 yıllık Hollywood tarihinde temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülmüş bir tip. Gerek oyunun kurgusu, Marti’nin anlatısı, gerekse İnka medeniyetine yaklaşımı açısından bakıldığında bahsettiğim Hollywood havası hissediliyor. Gerek sahneleme gerekse oyunculuk bağlamında grup bu karakteri basma kalıp bir yorumdan kurtarmış görünüyor, yine de “tek adam” imgesi üzerinden izlenen hikaye seyircide var olan alışılmışlığı kırmakta zorlanıyor. Oyunda kendi gençliğinin anlatısını yapan Marti’nin biraz daha ön plana çıkması bu handikapı ortadan kaldırabilir. Oyunu bu anlatıcının gözünden izlememize rağmen hikaye boyunca bu karakterin kaybolduğu izlenimine kapıldım. Bu tiplemenin hikayesi ve olaylara bakış açısına biraz daha vurgu yapılırsa seyircide olayları değerlendirmeye dair daha güçlü bir istek oluşacaktır. İnka ve Tanrı-Kral Atahuallpa’ya gelecek olursa “beyaz adam” bakış açısını görmek mümkün. Her ne kadar istila eleştirisi ve emperyalizmin acımasız çıkarcı yüzü işleniyor olsa da İnka kültürüne ve toplumuna dair tekil ve kısıtlı bir bakış açısı mevcut. Şöyle ki İnka toplumunu çelişkiden arındırılmış, bir eski zaman güzellemesi olarak görüyoruz. Tek farklı kişi kendini rehber olarak İspanyollara sunmuş bir yerli. Oryantalist bir bakışla inşa edilmiş bir toplum olarak işlenen İnka halk odağı, Stalin döneminde “çatışmasız komünal toplum” hayal eden sanatçıları heyecanlandırabilir ancak Edward Said sonrası hala böyle bir yorumun yapılması İnka medeniyeti dramaturjisi üzerine çok fazla kafa yorulmadığı intibasını uyandırıyor. Kral temsilcisi ve kilise üyeleri olarak gördüğümüz tiplemeler dönemin iktidar odaklarını imleyen ve istila döneminin temel politikalarını var eden karakterler olarak oyunda yerlerini almış durumdalar. Bu odakların çokça dönemsel arka plana ve özelliklere sahip olmaları emperyalizmin oldukça büyük dönüşümler geçirerek günümüze gelmesiyle eleştirel niteliklerini nispeten yitirmiş durumdalar. Zira dönem emperyalizminin güç odaklarına dair oldukça güçlü eleştiriler ihtiva etseler de bugünden bakıldığında istilacı Avrupa’nın o dönemki politikalarına dair bir eleştiri sınırını aşmakta zorlanıyor. Her ne kadar temel mantık aynı olsa da biçim değiştirmiş sömürü düzenini işlemek için oyunun yapısını bozmadan farklı müdahaleler yapılabilir. Elbette ki bahsettiğim güncelleme yorumu sadece bir tercih. Grup böyle bir yorumdan ziyade oyunun yapısında var olan bir dönemselleştirmeyi seçmiş. Gelgelelim bu dönemselleştirmenin güçlendirilmesi için seyircinin sadece ana tiplemeleri değil, dönemin sosyo-ekonomik yapısını da görmesi gerektiği kanaatindeyim. Şöyle ki köylüler arasından toparlanmış asker odağının nasıl bir durumda oldukları, hangi koşullar altında böyle bir sefere çıktıkları bilinmiyor. Oyunun fuayesinde öğrendiğimiz üzere bu arka plana dair bir sahne oyunu kısaltma çalışmaları sırasında vazgeçilen bir vurgu olarak kalmış. Yukarıda yaptığım eleştiriler metnin anlamı rahatlıkla ortaya çıkan bir oyuna yapılmış eleştirilerdir ancak daha incelikli düşünülmesi, ele alınması gereken yerler olduğu kanaatindeyim.
Oyunda ele alınması gereken diğer bir önemli başlık ise stilizasyona dayanan sahneleme. Oyunda gerek dekor gerekse oyunculuk ve sahneleme bazında tercih edilmiş olan stilize üslubu ele alırken geniş olarak, İlker Yasin Keskin tarafından kaleme alınmış İç Aksiyona Dayanan Stilizasyon Çalışmalarına Giriş yazısından faydalanacağım. Oyunun söyleşisinde grup bu üsluba dair ayrıntılı bir çalışma yapmadığını vurguladı. Gerek oyunun ritminin tutulmasında gerekse sahnelemenin teatral estetiğine bakıldığında bu eksiklik göze çarpıyordu.
Stilize üsluptan kastım sadece fiziksel icradan ziyade iç aksiyona dayalı bir stilize üslup. Meyerhold’un ilk dönem yazılarına bakıldığında Stanislavski’nin doğalcı anlayışına bir karşı çıkış görünür. Biyomekanik oyunculuk bağlamında Meyerhold’ün stilizasyonla özdeşleştirilirken Stanislavski’nin dışlanması eksiklik olacaktır. Stanislavski ile Meyerhold kıyaslaması bu yazının ne haddi ne de amacıdır. Bu konuda Kerem Karaboğa tarafından literatüre kazandırılmış Oyunculuk Sanatında Yöntem ve Paradoks kitabına göz atılabilir. Oyuna dönecek olursak, stilize oyunculuklardaki en büyük eksiklik icraların iç aksiyondan uzaklaşılarak gerçekleştirilmesiydi. Oyuncularda bir iç aksiyon yaratmayan hareketler seyirciyle de bir bağ kurmakta yetersiz kalıyordu. Meyerhold egzersizlerinde düşülmesi muhtemel bir handikap olarak oyuncunun fiziksel olana dönük yoğunlaşması, iç aksiyona yönelik bir çabadan uzaklaşması konulabilir. Bu iç aksiyon erozyonu sahnelemenin seyircide uyandıracağı gerçeklik duygusunun yok olmasına ve izlenilen sahnenin yavan kalmasına yol açmış. Oyunda tek tip olarak ele alınmış İnka uygarlığının stilizasyonunda da tek tipleşmeye gidilmiş. Yerli halka bakıldığında hem tipleme hem de stilizasyon babında bir tek tiplik söz konusu. Farz-ı misal, oyundaki repliklere göre her işin belli bir yaşta yapılması gibi bir geleneği olan İnka uygarlığında tarlada çalışma yaş aralığı oldukça genişti. Bununla beraber izlediğimiz hasat sahnelemesinde tiplemelerin fiziksel özellikleri, yaşları hemen hemen aynıydı. Yapılacak çeşitlemeler üsluba zarar vermekten ziyade “yaşayan” bir odak imgesi uyandıracaktır. Kimi zaman uzun süren stilize sahnelerde de belli başlı çeşitlemelere gidilmesi gerektiği kanaatindeyim. Şöyle ki stilize bir oyunculukla icra edilen sahneler reflektif geçişler ve çeşitlemeler ihtiva etmeli. Böylelikle sahnelerin izlenilirliği ve teatral estetiği bir kat daha artacaktır. Bir oyuncunun bu üslupta Güneş Avı gibi uzun bir oyunu kotarabilmesi için denge, refkleks kullanımı, senkronizasyon, ritm, esneklik ve eklem noktalarının keşfi gibi konular üzerine ayrıntılı bir çalışma yapması gerekir. Böyle bir çalışma sonrasında iç aksiyona dayalı yapılan bir sahnelemenin çok daha estetik olacaktır.
Oyun boyunca tercih edilen stilize oyunculuk üslubun gerek ışık gerekse dekorla paslaşması oldukça başarılıydı. Stilize üslup hem oyuncular için hem de oyunun sahnelemesinde bir “sahne dili” ortaklığı taşıyordu. Kimi zaman farklı düzlemlere geçilerek bu üslup derinleştiriliyordu. Bu tercihler biraz daha geliştirilebilir. Örneğin silahsız yerlilerin katledildiği sahnede kullanılan kırmızı ışıkla beraber oyuncular gündelik fiziksel aksiyonlardan uzaklaşarak stilize sahnelemeye oyunculuklarıyla destek olabilirler. Çapa’nın alıştığımız yaratıcı dekor tasarımları böyle paslaşmalara geniş ölçüde imkân sağlıyordu.
Son olarak, Güneş Avı, gerek oyunculukları gerek sahne ritimleri gerekse dramaturjisi açısından üzerine çalışılması gereken, üzerine çalışılmayı hak eden bir oyun. Grup oyun üzerine çalışmaya devam edecek mi bilemiyorum ancak yapılacak müdahaleler ve düzenlemeler ile kolaylıkla kalitesini katlayabilecek başarılı bir eğitim prodüksiyonu. Özellikle gruba yeni katılan oyuncular için sahne üstüne alışma, oyunculuk gelişimi için önemli bir fırsat.
Bu yazı aynı zamanda Mimesis Portal'de yayınlanmıştır...
YanıtlaSil