19 Aralık 2013 Perşembe

Hegemonya, Oyun, Roller ve Performans [1]

Aralık'13



Lise tarih dersi ezberidir; Fransız Devrimi milliyetçi fikirler yayarak Avrupa haritasının değişmesine ve de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki azınlıkların bu fikirlerden etkilenmesine yol açmıştır. Bu durumdan etkilenen sadece Osmanlı İmparatorluğu değildi elbette ki coğrafi olarak daha yakında bulunan Bir Avusturya-Macaristan İmparatorluğu vardı. Her zaman olduğu gibi iktidarının sarsıldığını hisseden yapılanmalar bu değişime direnç gösterdiler ve onu silah yoluyla bastırma yolunu seçtiler. Fransa’ya savaş ilan eden bu devletlerin unuttukları bir şey vardı bir ülkeye saldırı olduğu anda yurttaşlar ülkelerini ve ülkelerini temsil eden devrimi savunma yoluna giderler. Dış tehdit daha öncelikli bir hal alır. Hocam Prof. Dr. Abbas Vali bu durumun en net tezahürünün İran’daki İslami devrimi sonrası yaşanan Irak saldırısında gözlemlenebileceğini söyler.

Konuyu biraz dağıtmış olsam da bir yazı dizisi halinde yayınlamayı düşündüğüm bu inceleme için çok da absürd bir giriş yapmadığımı düşünüyorum. Zira 1789 Fransız Devrimi öne süreceğim düşünceler ve analizler için bir çıkış noktası niteliği taşımaktadır. Bu yazı dizisinde iktidarların hegemonya kavramını ve günümüzde hayatın her noktasına sirayet etmiş teknolojik yaygınlığın önemli bir parçası haline gelen dijital oyunları ele alacağım. Bu giriş yazısının amacı böyle bir yazı dizisi için teorik bir arka plan niteliği taşımaktır. Sırasıyla iktidar sistemlerinin yarattığı hegemonyayı ve bu hegemonyanın dayattığı bir düzende şekillenen ve insanların gündelik pratikleri içine giren dijital oyunları ele alacağım. Sadece yapısal bir analize gark olmayı istemiyorum Konuyu hem mikro-makro seviyelerde ele almak sonrasında da bunların bir bileşkesini düşünmeye çalışmak yerinde olacaktır. Bu incelemeyi teatral bir niteliğe büründüren ise oyun kavramı ve bu kavram içerisinde yer alan simulatif oyunlar ile FRP (Fantasy Role Playing) mefhumları olacak. Üstelik dijital oyunlarda sistemi ve sosyal yapıları yeniden üreten insanlığın gündelik performansları, bunların dramaturjileri de incelemeye dahil olacaktır.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Lüks Tüketim ve Seyirci Performansları

Kasım'13


Konuya doğrudan bir örnekle girecek olursak Joshua Bell’in metroda gerçekleştirdiği bir deneyi[1] paylaşmak isterim.

“Alanında kendini ispatlamış ve sayılı keman virtüözlerinden biri olarak gösterilen Joshua Bell, Washington’ın işlek metro istasyonlarından birine gider. Bir köşede oturur, önüne bir kutu koyar, kemanını çıkarıp çalmaya başlar.
Çaldığı 45 dakika boyunca kemancının önünde sadece 6 kişi, çok kısa bir süre durur. 20 kişi duraklamadan, yürümeye devam ederek, para verir. Kemancı çaldığı süre içinde 32 dolar toplar. Çalmayı bitirdiğinde ise sessizlik hâkim olur ve kimse onun durduğunu fark etmez,
alkışlamaz.
Hiç kimse onun dünyanın en iyi kemancısı Joshua Bell olduğunu ve elindeki 3,5 milyon dolarlık kemanla, yazılmış en karmaşık eserleri çaldığını anlamaz. Oysa Joshua Bell’in metrodaki bu mini konserinden iki gün önce Boston’da verdiği konser biletleri ortalama 100 dolara satılmıştı… ”

10 Kasım 2013 Pazar

Resmi İdeoloji Sahnede Üzerine

Kasım'13

Mimesis Söyleşi / Esra Dicle Başbuğ, Boğaziçi Üniversitesi’nde Türkçe dersleri koordinatörlüğünde öğretim görevlisi… Edebiyat kuramları ve eleştiri, ideoloji ve edebiyat, modern Türk tiyatrosu üzerine çeşitli çalışmalar gerçekleştirmiş birisi. Kendisiyle “Kemalist İdeolojinin İnşasında Halkevleri Dönemi Tiyatro Oyunlarının Etkisi” alt başlığını verdiği çalışması ve buna bağlı olarak etkileri bugün de süren, yeniden üretilen devlet ideolojisi-sanat ilişkisine dair söyleşimizi paylaşıyoruz.

7 Kasım 2013 Perşembe

Cumhuriyetin Bitmeyen Alacaklıları: M.Kemal'den Erdoğan'a

Kasım'13


Geçtiğimiz günlerde Şafak Pavey'in meclis genel kuruluna seslenirken kurduğu "Çiçekli başörtüsü ve daracık pantolonuyla Çamlıca'da kuytuda sevgilisiyle öpüşen genç kıza, özgürlüğünü Mustafa Kemal'e borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum. " cümlesinden sonra yine yeni yeniden vadesi gelmiş borçlarımızın hatırlatılması durumuyla karşı karşıya kaldık.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Anna Karenina Ama Tolstoy Ne Der Bilemedim

Ekim'13



Çoğunlukla izlenilen oyunun yapısı, özü, üslubu, dili yazılan eleştiriye sirayet eder. En nihayetinde yazan kimse oyunun, imgeleminde bıraktığı izdüşümlerini değerlendiriyor demektir. Ve en nihayetinde yol bir kafiye arar ve bulur dönemeçlerin benzerliğinde…

Demem o ki bu yazının üslubunun müsebbibi benden ziyade Tolstoy’un eserini hallaç pamuğu gibi atan yazar Armin Petras ve bu uyarlamayı sahneleyen yönetmen Daniel Špinar ikilisidir.

Son bir aydır Brno’da izlediğim klasiklerin, klasik klasik sahnelenmesinden şikayet ederken bir arkadaşın önerisiyle bu akşam (22 Ekim) Narodni Divadlo’dan Anna Karenina’yı izlemek istedim. Gerçi oyunun farklılığından bahsederken interesting yerine strange kelimesini kullanmasından işin içinden bir hinlik olduğunu anlamam gerekirdi.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Suat Arıkan Söyleşisi - "Opera İnsanlığa Yapılan Yatırımdır…"

Ekim'13



Mimesis Söyleşi / Türkiye’de, Mersin ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve Sanat Yönetmenliği görevlerinde bulunmuş, opera üstüne çeşitli dergilere eleştirileriyle katkı sağlayan, öğretim görevlisi olarak Mimar Sinan Devlet Konservatuar’ında yer alan ve yıllardır bir çok operada başarılı temsiller vermiş ve emekleri uluslararası alanda çeşitli kurumlarca ödüllendirilmiş bir isim Suat Arıkan. Kendisiyle Narodni Divadlo’nun (Çek Devlet Tiyatrosu-Operası-Balesi) Don Giovanni Operası’na misafir sanatçı olarak davet edilmesi üzerine Brno’da bir söyleşi gerçekleştirdik.

27 Eylül 2013 Cuma

Söylemden Gerçeğe: Revizor&Müfettiş

Eylül'13




Söylemek; dile dökmek, tanımlamak sınıflandırmaktır. Görüneni, zahiriyi ve imgelemindekini betimlemek, kendi algınla tespit etmek ve yerleştirmektedir. Söylem bir anlamda gerçeğin yaratıcısı ve o ateşin en geniş körüğüdür. Kendi kendinize bile söyleyemediğiniz şeyleri silikleştirmeye başlarsınız. Farz-ı misal, nefret kelimesi lügatinde yoksa yavaş yavaş sönümlenir zira tarif edemezsin.
Pollyanna’cılık oynamaya da gerek yok, boka gül diyerek onu güzel kokutamazsın ama herkesin kaçtığı o kokunun yanı başında kendini kandıra kandıra oturursun. Karşındaki kendini tarif etmiyorsa senin yaptığın tarif kendi algılarınla kısıtlıdır. Hele ki bir iktidar mekanizmasıysan tarif etmek, tanımlamak, okunur kılmak zorundasındır. Örneğini Gezi eylemleri sonrasında gördüğümüz iktidar afallaması ve iktidarın kitleyi tanımlama çabasının uğradığı azizlikler bu yüzden bana ayrı bir keyif veriyor. Her neyse, Gogol’ün Müfettiş’i de az çok benzer bir düşünme yönteminin sonucunda izleyebileceğimiz bir olaylar silsilesi ile karşımıza çıkıyor.

18 Eylül 2013 Çarşamba

Romeo A Julie

Eylül'13










Geçtiğimiz gün Brno’da bir “Romeo ve Juliet” temsili izleme imkanım oldu. Oyun dair izlenimlerimi paylaşmadan önce Brno’nun teatral hayatına dair birkaç ayrıntı vermek istiyorum. Brno, Çek Cumhuriyeti’nin güneyinde yaklaşık 300 bin nüfuslu bir şehir. Mimari ve planlama açısından Doğu Avrupa ile Batı Avrupa tarzlarının bir karışımı denilebilir. Yerleşimlerin çoğu Sovyet mimarisinin özelliklerini taşısa da tahmin edilebileceği gibi, kiliseler, müzeler, üniversite-devlet binaları ve özellikle tiyatrolar daha önceki dönemlerin Alman mimari anlayışını yansıtıyor. Şehirdeki tiyatro sahne sayısını tam bilmesem de farklı büyüklüklerde yaklaşık 7-8 tane sahne mevcut. Hemen her gün çeşitli oyunlar, operalar ve müzikaller gösterimde. Bu çeşitlilik sadece Çek tiyatrosunu değil dünya klasiklerini ve henüz klasik olarak adlandırılmayan popüler yapıtları da ihtiva ediyor.

14 Temmuz 2013 Pazar

Antik Yunanda Belagat ve “Erkek”lik

Temmuz'13


Bu yazıda Antik Yunan toplumunda konuşma ve belagatin toplumsal bağlamda nerelere tekabül ettiğine dair çeşitli metinlerden örneklerle bir çıkarsama yapmaya çalışacağım. Her ne kadar toplumsal, felsefi ve edebi bağlamda çok geniş bir konu olsa da ele alacağım örnekler en azından konuya bir giriş mahiyeti taşıyacaktır.

27 Haziran 2013 Perşembe

Brecht'in Sezuan'ı ve Anlatının Farklı Yorumları

Mimesis Sayı:20






Sezuan'ın İyi İnsanı, Bertolt Brecht'in sanatsal estetiğini, ve sürekli olarak araştırdığı tiyatro-seyirci ilişkisini ve ulaşmak istediği tiyatro anlayışını temsil etmeye aday büyük oyunlarından biridir. Bir Marksist olan Brecht'in tiyatroda var etmeye çalıştığı kapitalizm eleştirisini sistemik açıdan en iyi şekilde ihtiva eden oyunlarından olan Sezuan'ın İyi İnsanı her ne kadar Brecht rejisiyle sahnelenememiş olsa da, yazarın uzun yıllar üzerinde çalıştığı ve oyunda yer alan anlatıyı farklı edebi metinlerinde denediği bir oyundur. Bu bağlamda Brecht'in tiyatro anlayışının olgunluk dönemi özelliklerini taşıyan bir oyun olma niteliğine haizdir.

            Bu yazıda, Brecht’in Sezuan'ın İyi İnsanı adlı oyununun ve oyunda yer alan tiplemelerin dramaturjik çözümlemelerini ve oyunun farklı dönemlerde sahnelenmiş üç farklı yorumunun değerlendirmesini yapacağım. Örnek olarak ele alacağım yorumlar: Giorgio Strehler yönetiminde sahnelenen 1981 tarihli Piccolo Teatro yorumu,[1] Yücel Erten yönetimindeki 2012 tarihli İstanbul Devlet Tiyatrosu yorumu ve Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları (BÜO) 2012 tarihli yorumu olacak.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Biz Küçükken Babamla Oyunlar Oynardık

6 Haziran 2013



“Franz Kafka’nın baba figürü bende devlet olarak yerini almış olabilir. Kafka’nın babası, oğlunu yaralamıştır. Bizim de ömür boyu karşımıza dikilen, şiddete şehvetle düşkün, sömüren, ürpertici olmaktan yılmayan, barış ve sevecenlikten nasibini almamış tanrı-devlet var. Size işkence etmesine bile gerek yok, kendini seyrettirerek verdiği gözdağı yeterlidir. Milyonlarca insanımız bu uğurda mücadele ederek yaşamış ve ölmüşlerdir ana bir adım ilerleme olmuş mudur? Franz Kafka’nın babası hepimizin babasıdır: Sakatlayan, hadım eden, alt edilmek korkusuyla delice geberten baba.”                                                        
Leylâ Erbil

4 Haziran 2013 Salı

Bu Yazı Gez . . . Sonra Devam Ederim

Haziran'13



Bu sadece bir “gezi” yazısı değildir, oturup saatlerce analiz edecek bir yazı da.
Sanat dünyasının, tiyatrocuların konumu anlatacak bir yazı da değildir.
Gezi parkı, meselesi dikilecek sökülecek ağaç hesaplamalarıyla da tartışılamaz.
Taksim’de para ödemeden, para ödeyemeyenlerin oturabileceği tek yerdir.
Topçu Kışlası, bir neoliberal şehir politikasının, soylulaştırmanın bir parçasıdır.
Ancak zannetmiyorum ki bütün karşı çıkışlar bundan kaynaklıdır.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Düşünme Yetisinin Biçimlendirilmesi [Telif Tartışmaları]

Mayıs'13







5 Mayıs'ta bu sene 21.si düzenlenen İATG(İstanbul Amatör Tiyatro Günleri) kapsamında "Tiyatroda Telif"[1] konulu bir panel organize edildi. Özgür Eren'in konuyla ilgili sıcağı sıcağına kaleme aldığı yazı da konuşmacıların yaklaşımları, üniversitelerin koşulları ve amaçları, amatör-profesyonel karşılaşmaları ve bütün bunların kapsamında telif meselesi açık bir biçimde ele alınıyor[2]. Bu yazıda değinmek istediğim nokta ise yaklaşık 5 aydır sürmekte olan amatör tiyatrolarda telif meselesine dair üretilen söylemlerin ne şekilde biçimlendiği olacak. Zira bu sürenin sonunda ortaya konulan görüşlerin üzerinden bir analiz yapmak ancak kabil oldu.

20 Nisan 2013 Cumartesi

Haz Pazarlaması ve Tüketimi – Kablosuz Kabare [1]

Nisan'13


Dolu dizgin devam eden ya da devam etmesi öngörülen hayatlarımıza eklenen çeşitli yeniliklerin veyahut tüketim alanlarının eleştirisini yaparken “neoliberal dönüşüm” söz öbeğini kullanmak olmazsa olmaz hale geldi. Tarihsel-karşılaştırmalı paradigma içerisinden bakarken ister istemez bu dönüşümü vurgulamak gerekli oluyor çünkü değişen ve dönüşenin ne olduğunu, nasıl vuku bulduğunu ilk elden analiz etmek elzemdir. Öte yandan bu değişimin karşımıza çıkardığı yapılar, bu yapılara bağlı olarak değişen ilişkiler yapısalcı bir analizin gerekliliğini de ortaya koyuyor. Bu yazıda, diğer sanat dalları düşünüldüğünde seri üretim halinde pazarlanması nispeten daha zor olan teatral alanın, tüketim kültürüne hangi noktalardan nasıl eklendiğine dair bir gözleme giriş yapacağım. Bunun için de Nedim Saban’ın başlattığı “kablosuz kabare”[1] örneğini ele alacağım.

25 Mart 2013 Pazartesi

Sanatçı Kimliği Üzerine Hadsiz Sözler

 Mart'13



Dün Zafer Diper’in Birgün’de yayınlanan Bu muydu?! (1)” yazısını okuma fırsatım oldu. Yazı, yıllarını sanat dünyasına vermiş ama sonraları bir şekilde hayat koşulları kötüleşmiş, ekonomik durumları felakete uğramış ve çoğu insanın istemeyeceği bir biçimde yalnız ölmüş sanatçılardan bahsediyor.

Yazıdaki isimlerin, -Cahide Sonku, Deniz Akbulut, Sami Hazinses, Sevim Şengül, Suphi Kaner, Yıldırım Önal- kimini duydum, izledim, dinledim kimindense Diper’in yazısı sayesinde haberim oldu. Yazı, beni bazı kavramlar, söylemler üzerine düşünmeye itti.

2 Mart 2013 Cumartesi

Katilcilik – Altıdan Sonra Tiyatro

 Şubat-Mart'13



Esasında bu yazının taslağını yaklaşık bir, bir buçuk ay önce hazırlamıştım. Ancak geçtiğimiz günlerde başlayan “amatör tiyatrolar telifi tartışıyor”[1] kampanyası ve çeşitli yoğunluklar araya girince, yazıyı başlıklara göre ele alma ve yazıp düzenleme işi ancak bugünlerde mümkün oldu. Bu açıklamayı şu yüzden yapıyorum: oyunu 29 Kasım’daki prömiyerinden kısa süre sonra izledim, yaklaşık iki aylık bir sürede oyun daha da oturmuş ve üzerinde değişiklikler yapılmış olabilir. Bu yüzden değerlendirmelerimin ve yorumlarımın oyunun prömiyer sonrası halinin metni, oyunculukları ve sahnelemesi üzerine olacağını vurgulamak istiyorum.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Barışın Hâlleri



Ocak'13
                              
            Son otuz yılda savaşın türlü hallerini yaşadık. Devlet denen yapının ne derece güç, şiddet ve kontrol odaklı bir algıyla hareket ettiğini ve bunun hepimiz üzerindeki tezahürünü gördük, görmeye de devam ediyoruz.

            Ana akım medyadan da rahatlıkla takip edilebileceği üzere bir sürecin başlamasına yönelik "başlangıç adımları" mevcut. Gel gelelim bu sürecin toplumdaki öznelere açık bir şekilde mi işletileceği yoksa "biz bunları konuştuk artık ne çıkarsa bahtınıza" cümlesiyle özetlenebilecek bir durumla mı karşılaşacağımız muallak. Açık sürdürülmeyecek böyle bir sürecin iktidar partisi tarafından politik manevralarla manipüle edileceği ve cumhurbaşkanlığı-başkanlık sistemi tartışmalarında elini güçlendirmek üzere kullanılacağı aşikar.

            Derdim 30 yıldır dökülen kandan kurumuş bu topraklara, yağmaya çalışan barış yağmurundan filizlenecek fidanları kırıp atmak değil. Asırlık çınarlar, küçük fidanların mahsulüdür ancak o raddeye gelebilmeleri için bir "süreç" geçirmeleri gerekir. Gerçek bir barış için, kana doymuş bu toprakların, kanın zehrinden, kininden arınması gerekir. Bu sürecin siyasi aktörlerinin hangi öncüller ve motivasyonlarla hareket ettiklerini irdelediğimizde ne yazık ki Güney Afrika'daki gibi bir yüzleşme sürecinin vuku bulması zor görünüyor.