Düşünme Yetisinin Biçimlendirilmesi [Telif Tartışmaları]
Mayıs'13
5
Mayıs'ta bu sene 21.si düzenlenen İATG(İstanbul Amatör Tiyatro Günleri)
kapsamında "Tiyatroda Telif"
konulu bir panel organize edildi. Özgür Eren'in konuyla ilgili sıcağı sıcağına
kaleme aldığı yazı da konuşmacıların yaklaşımları, üniversitelerin koşulları ve
amaçları, amatör-profesyonel karşılaşmaları ve bütün bunların kapsamında telif
meselesi açık bir biçimde ele alınıyor.
Bu yazıda değinmek istediğim nokta ise yaklaşık 5 aydır sürmekte olan amatör
tiyatrolarda telif meselesine dair üretilen söylemlerin ne şekilde biçimlendiği
olacak. Zira bu sürenin sonunda ortaya konulan görüşlerin üzerinden bir analiz
yapmak ancak kabil oldu.
Foucault'un hayatımıza girmesiyle
beraber dilimizden düşmeyen "söylem" kavramı, ideolojik yaklaşımlara
dair en görünür etmenlerden biri olduğu için ben de böyle bir irdelemeyle
başlayacağım. Kişinin diline, sözlerine tezahür eden ideolojik yaklaşımlar
özellikle telifin, emeğin, hakkın ve hakkaniyetin ne olduğuna dair net tavırlar
ihtiva ediyor. Kendisini kullanılan dilde aşikar eden bu görüşler kimi zaman
analiz için yeter kaynak olarak da kabul edilebiliyor. Gelgelelim Foucault felsefe
eğitimini henüz tamamlamış, psikoloji diploması da alabilmek için ALES'e
hazırlanır ve ilişik kesme işlemleri için Maurice Merleau-Ponty'den imza almaya
çalışırken Orwell, "Avrupa'daki Son Adam" adını koyduğu ama yayıncısı
tarafından adı "1984" olarak değiştirilen eserini yayımlamakla
meşguldü. Orwell'in İspanya iç savaşı deneyimlerine ve Stalinci kanada dair
gözlemlerine dayanan bu kitapta değinmek istediğim nokta bürokrasi
mekanizmasınca yaratılmaya çalışılan yeni dil. Foucault'nun söylem kavramına
göre çok daha katı ve doğrudan üretilmeye çalışılan bir dil, olmasına rağmen
"Tiyatroda Telif" paneli üzerine konuşurken daha elverişli olacağı
kanısındayım. 1984'te, üretilen bu yeni dile göre artık "isyan"
kelimesinin bir karşılığı olmayacaktır bunun yerine bu düşünceyi ifade etmek
için "itaat" kelimesi kullanılacaktır ki kitaba bakarak örnekler
çoğaltılabilir. Esas mesele, düşüncenin biçimlendirilmesi ve ifadesidir. İfade
edemediğiniz bir şeyi düşünemezsiniz. Orwell'ın da ifade ettiği üzere bu yeni
dil hem böyle bir düşüncenin içsel olarak yaratımını engelliyor hem de bir
şekilde yaratılması halinde kişinin kendine ve çevresindekilere bu düşünceyi
iletmesini engelliyor.
Lafı bu kadar dönüp dolaştırdıktan
sonra gelmek istediğim nokta şudur ki: neoliberal dönüşüm ve daha genel olarak
sistem, bize kullanacağımız kelimeleri bahşetmekte. Bunun dışında kullanmaya
kalktığımız kelimeler(örneğin; hakkaniyet, ortak yaşam, devrim) ya
anlaşılmamakta ya da gene sistem tarafından yaftalandığı halleriyle
zihinlerimizde yer etmektedir. Panel boyunca "telif", "hak"
gibi kavramlarla bu derece haşır neşir olunurken "özel mülkiyet",
"özel mülkiyetten kaynaklı telif hakları", "bilginin iktidarı ve
tekelleştirilmesi" gibi kavramların bu derece gözden, zihinden ve dilden
ırak olması şaşırtıcı olmuyor. Hele zaten söze "özel mülkiyet" le
başladığınızda bir çok kimse kendisine ortodoks Marksist bir seminer verileceği
algısıyla içeriği dinlememeye başlıyor. Konuşmacılar, katılımcılar ortada zımni
bir sözleşme varmışçasına kendi düşüncelerini, görüşlerini kabul görmüş
kavramların içine sığdırmaya çalışıyorlar. Bu durumda ortaya çıkan şey ise ,
biraz abartarak söylüyorum, "isyan" demeye çalışırken dudaklarınızdan
"itaat" kelimesinin dökülmesi. İşte neoliberalizmin en büyük başarısı
da budur: bütün muhalefet alanlarını kendi içine çekmesi, bu şekilde
sınırlandırmaya çalışması. İşte tam da bu yüzden "amatör tiyatrolar",
piyasa kısıtlamalarına alternatif bir ortam yarattığı, öznelerinin bireysel
çıkar ve kar amacında olmadığı ve maddi, zamansal kısıtlamalardan büyük ölçüde
azade olduğu için "alternatif" bir alandır diyebiliyoruz. Esas
meselede budur! Sistemin içselleştiremediği, kendine göre biçimlendiremediği
bir alan vardır ve bu alan bir şekilde piyasa ilişkilerine adapte edilmeye
çalışılmaktadır.
Amatörler ve telif hakkında sürekli
tekrarlanan Almanya örneği öne sürülerek amatör tiyatroların, üniversite
tiyatrolarının çabasının telif ödememeye değil devlet desteği kazanmaya
yönlendirilmesi gerektiği düşüncesi böyle bir durumun tezahürüdür. Duruma
neoliberal ideolojik kısıtlamalardan uzakta durarak olgusal temelde baktığımızda;
üniversite tiyatroları , hem totaliter bir üniversite yönetimi anlayışıyla
mücadele etmekte, hem yıllardır yüksek öğrenimin başında ceberut gibi dikilen
YÖK kısıtlamalarıyla başa çıkma, ekonomik olarak da Bologna süreciyle başlayan
üniversitelerin piyasa ekonomisine göbek bağıyla bağlanmasına karşı durma
anlamında bir çok kısıtlama ve sorunlarla boğuşmaktadır. Yahu 120 liralık bir
maliyet yüzünden turneye çıkmakta zorlanan üniversite gruplarının, kar elde
etmemelerine rağmen telif ödemesinin tavsiye edilmesi abesle iştigaldir.
Amiyane tabirimi affedin ama koşulların hiç birine vakıf olmadan bu argümanla
karşımıza gelenler, ya dayak yememişler
ya hesap bilmiyorlar.
Yazının genel izleğini bozacak olsa
da küçük bir not eklemek istiyorum. Defaten tekrarladığımız üzere amatör
tiyatro uğraşı "iki kalas bir heves" değildir, bundan çok daha
derinlikli ve geniş kapsamlıdır. Çok geriye gitmeden yakın dönem Türkiye
tiyatrosuna baktığımızda tiyatro dünyamızda önemli yer edinen bir çok
tiyatrocunun amatör kökenli olduğunu da görürüz. Amatör tiyatronun özgürlükçü ve kısıtlamalardan
nispeten uzak yapısı bir çok tiyatrocuya kendini daha rahat ve sağlam ifade
etme, avant-garde bir kimlik edinme şansı ortaya koymuştur. Bülent Somay, BÜO'da
tiyatro çevirisi çalışmaları yürütmüştür keza panelistlerden biri olan Kerem
Kurdoğlu da amatör tiyatro çıkışlıdır, Beklan Algan, Engin Cezzar, Özdemir
Nutku gibi tiyatro alanındaki isimler çeşitlenebilir. Tiyatro-çeviri-araştırma
alanında kendine yer edinen Mimesis Dergisi amatör bir uğraşla ortaya
çıkmıştır. Bir çok amatör tiyatro, üniversite tiyatrosu kendi metinlerini
üretme, üretilen metinleri yeniden yorumlama alanında çok daha aktiftir. İTÜ
Timis oyuncuları yıllardır kendi geleneklerinin bir ürünü olarak roman
uyarlamalarını başarılı bir biçimde sahneye taşımaktadırlar, İÜ Tıp Fakültesi
Tiyatro Topluluğu(nam-ı diğer Çapa) Türkçeye ilk defa kendi üyelerince çevrilen
bir çok oyun oynamışlardır ki örnekler çoğaltılabilir. Son olarak Türkiye'deki
özel tiyatroların, hatta devlet ve şehir tiyatrolarının bulundukları şehirler,
sahne ve oyun sayıları göz önüne alındığında ulaştıkları seyirci sayısı
üniversite tiyatrolarının ulaştığı seyirciye erişememektedir. Her ne kadar
bütün üniversite tiyatrolarını aynı kefeye koymak yanlış ne grupların
nitelikleri de tartışılır olsa da aynı durum özel ve ödenekli tiyatrolar için
de geçerlidir. Türkiye'nin tiyatro yaşamını oluşturan, her ne kadar görünür
kılınmakta zorlansa da, amatör tiyatrolardır.
Konuya geri dönecek ve bu
düşünce,ifade yetisi kısıtlamalarına bir örnek daha verecek olursak sinema
dünyasına da girebiliriz. Kendisine başyapıt demenin diğer filmlerine haksızlık
olacağını düşündüğüm ama yine de bir yönetmenin başyapıtım olarak övünebileceği
Stanley Kubrick imzalı
Bu yazı aynı zamanda Mimesis Sahne Sanatları Portali'nde yayınlanmıştır...
YanıtlaSilhttp://mimesis-dergi.org/2013/05/dusunme-yetisinin-bicimlendirilmesi-telif-tartismalari/