2 Haziran 2014 Pazartesi

Rivayet odur ki - Bedreddini





Gün batıyordu. Tepenin yamacına iki büklüm çömelmiş ihtiyarın biteviye uzanan gölgesinin izini süren karıncalar seferlerini nihayete erdiremeden, yılın bu zamanında cehennemi azametini kaybetmişçesine şavkıyan mihri dağların arasına gömülecekti. Puslu hava günü sisin griliğine, gel geç gölgeli bir muğlaklığa mahkum kılmıştı.


Bu geçkince adam cenubi Dobruca köylülerindendi. Nicedir gün kaybolurken gelip zifir baki kalana değin oturuyor, kırk yıl öncesinin anılarını havsalasında evirip çeviriyordu. Bütün bu uğraşlar tek bir yere gelip saplanmaktaydı: Deliorman'ın fısıldadığı, Dobruca köylüleri arasında kutlu bir vahiy gibi dilden dile dolaşan, her bakışta umulan, her düşte hayallenen günler gelecek miydi? 


O günler gelecekse tam kırk yıl öncesinin hesabı da görülecek miydi? Kırk yıl önce aç kaldıkları kışın, ağaç kabuklarını kaynatıp reçine emdikleri zemherinin, paşanın tahsildarının insafı terk eyleyip ellerindeki avucundakini gasp ettiği zamanın, bebeklerin doğar doğmaz ölmeye meylettiği, lohusaların iyileşemeden bebeklerinin ardından terk-i diyar eylediği gecelerin cürümünü kim üstlenecekti? O kış ki karısının da sütü kurmuş, yumuk gözlerini açamadan meme arayan, beşiğini altı ay önceden kurduğu kızının ağzına bir iki damla kan düşmüştü parçalarcasına sıkılan memelerden. El kadarcıktı, öldüğünde dona yazdı yüzü hemencecik.

- Soğuktan, dediler. Allah rahmet eylesin, daha başka evlatlar versin, dediler.
- Soğuktan, kıştan dediler.
Bir ikisi fısıldadı;
-Açlıktan...

Bir, karısı tek kelam etmedi, sustu. İçi yandı kavruldu, küle döndü ama sustu.
Evinde hepi topu iki ölçek bulguru kalan komşular sustular. Günde hepi topu bir çorba içebilen yavruları da nice bebeler gibi zemherinin ayazında don tutmuş kara toprağa düşmesin diye verememişlerdi bir avuç da olsa. Verseler, verebilseler de yeter miydi ki lohusa kadına? Yavru da emmemişti işte başkasını. Takdir yaradanın...

Onlar da sustular.

Kimse demedi, vebali kimdedir acı acına ölen bebenin. Gitmedi adamın yaşlı gözlerinin önünden, tahsildarın topladığı hasadın üçte ikisi.

Ahdettiydi karısı, tahsildar varsa, paşa varsa haram olsundu ona analık. Bir daha küçük bir mezar daha kazılmasın diye bahçelerinde yemin verdiydi. Dilek dilediydi Allah'a, vermesin alacağı evladı diye. Paşa gitti paşa geldi. Aş kiminde yetti kiminde tükendi de tencerede gene kabuk, reçine, kar suyu çöreklendi. İhtiyarlık gelip çattı, hikmetinden sual olunmaz tanrı analık babalık ihsan etmedi.

Dobrucalıları dirilten, Deliorman'ı gürleten bu haber, bu çağrı kırk yıl önce niye gelmediydi? 

Pus perdesinin ardından garbi cenahtaki tepenin ötesinde kayboldu gün. Soluk gün dönümü... İhtiyar doğruldu, tez zamanda zifir ererdi.

- Gün kızılsız gece uğursuz, dedi. Kan dökülmeden can alınır böylesi gecede.
Derken tozu dumana katan bir ulak... Taşıdığı haber köz olmuş, elleri yana yana atının dizginlerine sıkıca yapışmış, kısrağını cenuba mahmuzluyordu.
Bir Ayasluğ serinliği geldi irkiltti ihtiyarı. 

Gece daha olmadı ama olacak...

«— Daha pazar
             kurulmadı
                              kurulacak.
Esen rüzgâr
         durulmadı
                        durulacak.
Boynu daha
            vurulmadı
                            vurulacak.»

İhtiyar kımıldayamadı, yek adım atamadı. Kılı deprimedi. Pus dağıldı. Mah, ayın on dördücesine semada şavkıdı.

Gece neredeyse sabaha çalacaktı.

Derken, üç hoyrat atlı, toz koparan cinsinden... Urbaları karaya çalar, Deliorman'ın karasına. Deliorman kararmıştır, ihanete edilen ah'dan.
Yedeklerinde bağlı bir adam, başında bir çuval. 
- Gün kızılsız gece uğursuz, dedi. Kan dökülmeden can alınacak.
İhtiyarın kehaneti üç gece sonra hakikate erdi.
Serez çarşısında,
Mühür basıldı fermanın bağrına,
Yağmur çiseledi.


---
14-15 Kasım'13 Budapeşte

1 yorum:

  1. Bitti diye üzüldüm, devamına aç kaldım. Çok güzel anlatmışsın.

    YanıtlaSil