Gün batıyordu. Tepenin yamacına iki büklüm
çömelmiş ihtiyarın biteviye uzanan gölgesinin izini süren karıncalar
seferlerini nihayete erdiremeden, yılın bu zamanında cehennemi azametini
kaybetmişçesine şavkıyan mihri dağların arasına gömülecekti. Puslu hava günü
sisin griliğine, gel geç gölgeli bir muğlaklığa mahkum kılmıştı.
Bu geçkince adam cenubi Dobruca
köylülerindendi. Nicedir gün kaybolurken gelip zifir baki kalana değin
oturuyor, kırk yıl öncesinin anılarını havsalasında evirip çeviriyordu. Bütün
bu uğraşlar tek bir yere gelip saplanmaktaydı: Deliorman'ın fısıldadığı,
Dobruca köylüleri arasında kutlu bir vahiy gibi dilden dile dolaşan, her
bakışta umulan, her düşte hayallenen günler gelecek miydi?
O günler gelecekse tam kırk yıl öncesinin
hesabı da görülecek miydi? Kırk yıl önce aç kaldıkları kışın, ağaç kabuklarını
kaynatıp reçine emdikleri zemherinin, paşanın tahsildarının insafı terk eyleyip
ellerindeki avucundakini gasp ettiği zamanın, bebeklerin doğar doğmaz ölmeye
meylettiği, lohusaların iyileşemeden bebeklerinin ardından terk-i diyar
eylediği gecelerin cürümünü kim üstlenecekti? O kış ki karısının da sütü
kurmuş, yumuk gözlerini açamadan meme arayan, beşiğini altı ay önceden kurduğu
kızının ağzına bir iki damla kan düşmüştü parçalarcasına sıkılan memelerden. El
kadarcıktı, öldüğünde dona yazdı yüzü hemencecik.
- Soğuktan, dediler. Allah rahmet eylesin,
daha başka evlatlar versin, dediler.
- Soğuktan, kıştan dediler.
Bir ikisi fısıldadı;
-Açlıktan...
Bir, karısı tek kelam etmedi, sustu. İçi
yandı kavruldu, küle döndü ama sustu.
Evinde hepi topu iki ölçek bulguru kalan
komşular sustular. Günde hepi topu bir çorba içebilen yavruları da nice bebeler
gibi zemherinin ayazında don tutmuş kara toprağa düşmesin diye verememişlerdi
bir avuç da olsa. Verseler, verebilseler de yeter miydi ki lohusa kadına? Yavru
da emmemişti işte başkasını. Takdir yaradanın...
Onlar da sustular.
Kimse demedi, vebali kimdedir acı acına
ölen bebenin. Gitmedi adamın yaşlı gözlerinin önünden, tahsildarın topladığı
hasadın üçte ikisi.
Ahdettiydi karısı, tahsildar varsa, paşa
varsa haram olsundu ona analık. Bir daha küçük bir mezar daha kazılmasın diye
bahçelerinde yemin verdiydi. Dilek dilediydi Allah'a, vermesin alacağı evladı
diye. Paşa gitti paşa geldi. Aş kiminde yetti kiminde tükendi de tencerede gene
kabuk, reçine, kar suyu çöreklendi. İhtiyarlık gelip çattı, hikmetinden sual
olunmaz tanrı analık babalık ihsan etmedi.
Dobrucalıları dirilten, Deliorman'ı
gürleten bu haber, bu çağrı kırk yıl önce niye gelmediydi?
Pus perdesinin ardından garbi cenahtaki
tepenin ötesinde kayboldu gün. Soluk gün dönümü... İhtiyar doğruldu, tez
zamanda zifir ererdi.
- Gün kızılsız gece uğursuz, dedi. Kan
dökülmeden can alınır böylesi gecede.
Derken tozu dumana katan bir ulak...
Taşıdığı haber köz olmuş, elleri yana yana atının dizginlerine sıkıca yapışmış,
kısrağını cenuba mahmuzluyordu.
Bir Ayasluğ serinliği geldi irkiltti ihtiyarı.
Gece daha olmadı ama olacak...
«—
Daha pazar
kurulmadı
kurulacak.
Esen rüzgâr
durulmadı
durulacak.
Boynu daha
vurulmadı
vurulacak.»
kurulmadı
kurulacak.
Esen rüzgâr
durulmadı
durulacak.
Boynu daha
vurulmadı
vurulacak.»
İhtiyar kımıldayamadı, yek adım atamadı.
Kılı deprimedi. Pus dağıldı. Mah, ayın on dördücesine semada şavkıdı.
Gece neredeyse sabaha çalacaktı.
Derken, üç hoyrat atlı, toz koparan
cinsinden... Urbaları karaya çalar, Deliorman'ın karasına. Deliorman
kararmıştır, ihanete edilen ah'dan.
Yedeklerinde bağlı bir adam, başında bir
çuval.
- Gün kızılsız gece uğursuz, dedi. Kan
dökülmeden can alınacak.
İhtiyarın kehaneti üç gece sonra hakikate
erdi.
Serez çarşısında,
Mühür basıldı fermanın bağrına,
Yağmur çiseledi.
---
14-15 Kasım'13 Budapeşte
Bitti diye üzüldüm, devamına aç kaldım. Çok güzel anlatmışsın.
YanıtlaSil