Nisan'14
“Düşmanın yalanına aldırış etme hafız,
Doğru söylese zaten onunla savaşmayız!”
Hafız-ı Şirazi
Sigarasını yakmış genç bir kadının ağzından Kadim pers diyarı söylencesi…
Bin bir gecenin esrarını kaybetmiş,
Hafız ve Hayyam’ın rubailerini reddetmiş, Mantıku’t-Tayr kuşlarının
birer birer yorgun düşüp terk eyledikleri bir Fars diyarı anlatısı
Persepolis. Tarihsel olarak Hafız’ın şehri Şiraz’ın yakınlarında yer
eden bu kadim şehir Marjane Satrapi’nin kitabına isim olmuş. Çoğumuzun
animasyon filmiyle tanıdığımız bu eser, EÜTT(Ege Üniversitesi Tiyatro
Topluluğu) tarafından 27 Mart’tan itibaren sahnelenmekte. Bu yazıda
oyunun özetinden ziyade izleyen seyircilerin ve sahneleyen grubun daha
rahat anlayabileceği bir yapı kurmak istiyorum.
İran İslam Devrimi’nin hemen öncesindeki
halk hareketinden başlayarak devrimi, devrimin İslamileştirilmesini,
devrim sonrası İran’ı ve Batı’da İranlı olma hallerini işleyen bir
izleğe sahip olan Satrapi’nin anlatısı, EÜTT tarafından kitap esas
alınarak sahneye taşınmış. Geçen seneyle birlikte yenilenen bir kuşağa
sahip olan grubun oyun kurma bağlamında kendini denediği işlevli bir
seçim olmuş.
Dimağlarımızda çokça yankılanan
“Türkiye’nin İran olma hali” şüphesiz seyircinin oyuna bakışında da yer
buluyor. Öte yandan şahın devrilmesinden sonraki süreci bir kenara
koyarsak iki ülkenin çok da farklı yollar izlemediği göz ardı edilen bir
gerçek. Rus-Osmanlı ikileminde bir İran, yüzyıl başında şaha karşı
düzenlenen askeri hareketler, 1908 yılında İran’da petrolün keşfiyle ve
İngiliz donanmasının petrollü gemilere geçmesiyle başlayan egemenlik
çabaları, “İttihat ve Terakki”vari örgütler, başlatılan batılılaşma
reformları, ikinci dünya savaşı esnasında Nazilerle flörtleşmeler…
Örnekler çoğaltılabilir… Satrapi’nin hikayesi 1979 devriminin hemen
öncesinde başlıyor. İki güçlü muhalif hareketin komünizm ve İslamcılığın
eylem alanında de facto bir birliktelikle şahı devirmesi sonrasında
mollaların iktidarı nasıl ele geçirdikleri ve durumu analiz edip müdahil
olmakta geç kalan bir sol hareketin tasviri yapılıyor. İslam
devriminden hemen sonra gerçekleşen Irak saldırısı ise oyunda hakkıyla
işlenmiş. Bu konuya dramaturjik olarak ilerde daha ayrıntılı olarak
değineceğim.
EÜTT, oyunun üslubu ve anlatısıyla
paslaşan bir sahne tasarımı yapmış. Sahnenin arkasında yer alan 3 büyük
beyaz perde, arkasında konuşlandırılmış ışıklarla oynanan gölge oyunlu
sahneler oyunun anlatısına ve hikayesine hizmet eder mahiyette. Bunun
dışında anlatı göreviyle sınırlandırılmış ve sahne aralarında şarkılarla
bir önceki bölümün özetini ve sonraki sahnenin haberciliğini yapan bir
koro. Bu çok parçalı yapı Satrapi’nin hikayesinin sahneye koymakta
oldukça başarılı olmuş zira böyle bir reji tasarımı dışında hikayenin
tarihsel, toplumsal arka planı ve oyunun baş karakteri Marjane
Satrapi’nin karşılaşmaları ve kişisel deneyimlerini anlatmak pek kabil
durmuyor. Buradaki kişisel deneyim tabiri, elbette yapısal ve tarihsel
deneyimlere tekabül ediyor yoksa kastım yalıtılmış bir bireyin hisleri
değil. Yine de bu derece güçlü ve karmaşık bir arka planın seyirci
nezdinde ne derece yankı bulduğunu kestirmek güç. Evet, oyunun temel
anlatısı Satrapi’nin küçük bir kızken başladığı tanıklık ve mücadele
hali. Ancak her anlatı, toplumsal, siyasal arka plana bağlı olarak
geliştiği ve ona atfen şekillendiği için kimi zaman boşluklar
oluşabiliyor. Bunda hikayenin girift yapısı kadar seyircinin
imgelemindeki basmakalıp İran resmi de etken. İran sol hareketinin
tarihine veyahut kültürel ve ekonomi alanındaki millileşme çabalarına
hakim bir seyirci profili nadir olarak mevcut.
İki perde olan oyun, grubun rejisi
tarafından kurgulanan hikayeye dayanıyor. Satrapi’nin sunduğu malzeme
kesinlikle çok çeşitli ve geniş. Böyle bir yoğunluğun içerisinden
anlatıya zarar vermeden kesintiler yapmak oldukça meşakkatli. EÜTT,
takip edilebilen ve çoğunlukla boşluk bırakmayan bir izlek kurgulamış.
Ancak kullandıkları malzemenin hala çok olduğu kanaatindeyim. Zira iç
öykü dışında oynanan gölge oyunları, koro girişleriyle seyirci bir
bombardımana tutuluyor. Bu durum özellikle ikinci perde için daha
geçerli. Zira ilk perdede Satrapi’nin başından geçenleri daha kesintisiz
olarak izleyebiliyoruz. İkinci perde de Satrapi’nin büyümesi ve ailesi
tarafından Viyana’ya gönderilmesi, orada yaşadığı kimlik çatışması,
İran’a dönmesiyle birlikte arada kaldığı kültür farklılıkları,
evlenmesi, değişen sosyal hayat, İran-Irak savaşı… Oyun sonrası
yaptığımız sohbetlerde grup üyeleri kimi turnelerde benzer eleştiriler
aldıklarını söylediler. EÜTT’nin birçok üniversite tiyatrosunun
zorlandığı bir şey olan oyunu bir sonraki sene de oynama konusundaki
kabiliyet ve organizasyonlarını da göze alırsak oyunu yeniden ele
alırken daha sağlıklı yaklaşacaklarına inanıyorum. Kalabalık ve yeni bir
kuşakla sahnelenen oyun, kurgu ve oyunculuklar üzerine biraz daha
çalışılarak kalitesi bir kat daha artırılabilir. Yeri gelmişken,
oyuncuların, hem çatı hem de yan karakterlerde tutarlı bir çizgileri
var. Sahnelerin hemen hepsinin doğaçlamalarla oluşturulduğu da göz önüne
alınırsa bu zorluğun üstesinden başarıyla gelindiği söylenebilir.
Ancak, doğaçlamalardan kalma bazı fazla aksiyonların eksiltilmesi
sahnelerin biraz daha temizlenmesi, oyunculukların biraz daha
sadeleştirip kimi çatı karakterlerin derinleştirilmesi gerekiyor.
Oyun dramaturjik olarak, günümüz
Türkiye’sinde muhalif hareketlerin bir kısmına sirayet eden İslamofobi
sığlığından çok çok uzakta. İktidarın baskısı ve toplumsal mühendisliği
sahnede gösterilerek müdahaleler nedenselleştirilmiş. Ara sahnelerde
gösterilen medya odağı da bu dramaturjiye katkı sağlıyor. Bu kısmın da
biraz daha güçlendirilebilir. İktidarın sadece kaba kuvvetten ve
polisiye yöntemlerden ibaret olmadığı algısı daha da vurgulanabilir.
Gerçi içinde yaşadığımız ülke şartlarında iktidar dahi böyle ince
mekanizmalara ihtiyaç duymadan kaba kuvveti tek yol olarak görerek
hareket ediyor ama… Neyse iktidara farklı yönetişim mekanizmaları
konusunda nasihat vermeye çalışmak pek bu yazının amacı değil.
Oyunun devrim sonrası önemli bir vurgusu
da İran-Irak savaşı esnasında yaratılan “şehit” güzellemesi ve bu yolla
devrimin sorgulanmasının bertaraf edilmesi. Kendisi de Mahabad kökenli
olan Prof. Abbas Vali’nin bu savaşı anlatırken kurduğu bir cümleye yer
vermek istiyorum: “Saddam iyi bir komutan olabilir ama kesinlikle kötü
bir tarih öğrencisidir. İnsanlar, dış saldırıya uğrayan yeni bir
devrimi, kendi yaşam alanlarını savunurken, devrime, iktidara karşı olan
sorgulamaları bir kenara bırakırlar.”Buna en iyi örnek ise Rus
istilasından çekinen Alman işçi sınıfı önderleri, Kautsky ve
yoldaşlarının kayserin savaş bütçesine onay vermesi ve emperyalist
burjuva savaşının binlerce cana mal olmasıdır. İran örneğine
baktığımızda bir sene sonraki Irak saldırı karşısında artan Pasdaran-ı
İnkılap, nam-ı diğer Devrim Muhafızları sayısı oldukça fazla. Askeri
teknolojisini ve uyguladığı stratejik taktik birinci dünya savaşından
kalma olan İran, sayısal üstünlüğünü kullanarak savaşı uzatmakta kabil
olmuştu. Bu sürede yaratılan savaş toplumu, İslam devriminin tüm
kurumları ve iktidar mekanizmalarıyla yerleşmesi için oldukça uygun
ortam sağlamıştı. Persepolis’te bu toplum mühendisliği de oldukça net
olarak yer alıyor.
Son olarak değinmek istediğim bir diğer
dramaturjik nokta ise “halk”. Hem animasyon film de hem de EÜTT’nin
oyununda halk “maruz kalan” bir mahiyette göze çarpıyor. İktidarın
baskısı ve hamleleri tasvir edilirken ona karşı geliştirilen tepkiler
tamamen görünmez olmasa da zayıf kalıyor. Buna benzer bir eleştiri
grubun bir kaç sene önceki Ayak Bacak Fabrikası oyununun fuayesinde de
dillendirilmişti. Oyunun kurgusu açısından nasıl vurgulanabileceğini tam
kestiremesem de bu eksiklik hissediliyor.
Kostümlerde ise sade bir tasarıma
gidilmiş. Siyah tişört-pantolonun üstüne giyilen yelekler, takılan
aksesuarlar ve yüzlerdeki makyajlarla belirli ayrıştırmalara gidilmiş.
Oyuna hizmet eden işlevli bir kullanım. Yine de EÜTT kendini biraz daha
zorlayıp daha deneysel bir tasarım deneyebilirdi. Grubu yıllardır takip
eden bir seyirci olarak, biraz da ukalalık yaparak böyle bir tercihin
oyunun görsel niteliğini artırabileceğini söyleyebilirim.
Persepolis, EÜTT açısından kadronun
ortaklaşa sahneleyebildiği, katkı verebildiği bir oyun olarak izleniyor.
Her ne kadar sürecine tam anlamıyla vakıf olamasam da üniversite
tiyatrolarındaki bu kuşak yenileme döneminin ne kadar sancılı
olabildiğini kestirebiliyorum. Bir sonraki senenin prodüksiyonu için iyi
bir deneme alanı olmuş. 2015 için düşündükleri Camus uyarlaması için
kurgulama ve oyunculuk çalışması alanında takdir edilebilecek bir eğitim
prodüksiyonu olarak nitelendirilebilir Persepolis.
Grup oyunlarını hem Ege Üniversitesi Kültür Evi’nde hem de çeşitli üniversite şenliklerinde oynamaya devam ediyor.
http://eutt.org/
Bu yazı aynı zamanda Mimesis Sahne Sanatları Portali'nde yayınlanmıştır...
YanıtlaSilhttp://mimesis-dergi.org/2014/04/persepolis/