Aralık'12
Esasında yazının başlığını koyarken
“paranın icadı”, “kapitalist dönüşüm”, “biletli amatörler”, “eğitimli
insan-eğitimli aslan” gibi daha seviyeli, daha entelektüel bir içerik
imleyen, konuyla ilgili hem teorik hem de işlevsel, pratik tartışmalar
yapma iddiası bulunan bir söylem tercih etmeyi düşünüyordum. Gerek
tiyatro kamuoyundan gelen bazı görüşlerden gerek iktidarın her alana
hunharca saldırılarının önünün alınamamasından gerekse sanatçı kimliğini
“alkol ve aşkla dolu” tanımlayan[1]
bazı “çok çılgın”, “marjinal”, “of adam manyak ya”, “tiyatronun dahi
çocuğu”, “post-modern dünyanın neoliberal çılgını” sıfatlarını hak eden
insanlardan da dem vuracak olunca farklı bir giriş yapmayı tercih ettim.
Bu üslup ve giriş için kusura bakmayın,
ancak ve lâkin; amatör tiyatroların piyasanın işleyişine alternatif bir
yapı olarak var olması mücadelesini verirken, düzenli olarak günde 4
işçi hayatını kaybederken, 21 Aralık sabahı ODTÜ’lü arkadaşlarımızın
evleri basılırken, yeni YÖK yasa taslağı dolu dolu 58 sayfalık
içeriğiyle karşımızda dururken, Roboski katliamının birinci yılının
dolmasına ramak kala başbakanın “hele bir durun, bunlara sivil denmesi
propagandadır” söylemi gündemi işgal etmişken, “burası bizim değil bizi
öldürmek isteyenlerin ülkesi” cümlesi gittikçe haklılaşan bir tonda
kulaklarımızda çınlarken, soğukkanlılığımı koruyamamış olabilirim. Bu cümleleri kurmamın sebebi, ajit bir söylem kurmak değil daha önce de değindiğim üzere[2]
amatör tiyatrolarda telif tartışmasının ideolojik bir algı çatışmasına
referans ettiğini ve sistemik bir politikanın ürünü olduğunu
düşünmemdir. Bahsettiğim toplumsal arka planın, bu üslubu haklı
çıkaracağı kanısındayım. Hiç olmadı, Cem Karaca’nın o güzel şarkısına
bir atıf yapmak istiyorum: “Beni siz delirttiniz!”[3]
Episodik bir yapıda ilerleyecek olan yazıya ilk olarak “paranın icadı ve kapitalist dönüşümü” üzerinden başlamak istiyorum.
“Kağıt para icat edilmeden önce,
deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı
olarak kullanıldı. Tarihteki ilk madeni para basımı I.Ö. VII. yy’ da
Anadolu’ da Lidyalılar tarafından gerçekleştirildi. Dünyanın ilk büyük
darphanesi Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane’ de
kuruldu. M.Ö. 118 yılında deri para kullanan Çinliler, M.S. 806 yılında
da ilk kağıt parayı yaptılar. Batıda kağıt paraların basılması ve
kullanılması 17. yy sonlarına rastlıyor. İlk kağıt para’nın 1690′lı
yıllarda ABD ve İngiltere hükümetleri tarafından basıldığı ve dolaşıma
çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve diğer ülke merkez
bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı biliniyor.”[4]
Görüldüğü üzere, para nam kafirin icadı
kapitalizmin ortaya çıkışından çok önceye dayanıyor. İsmine ticaret
denilen ilişkinin kapitalizm öncesi dönemde defaatle kurulmuş olduğu da
balçıkla sıvanamayacak bir gerçektir. Kapitalizm, iki temel alanda köklü
değişimlere neden olmuştur. Birincisi neyin, nasıl, neden, nerede, ne
kadar, kimin tarafından, kimin için üretileceğidir ki üretim ilişkileri
bağlamında ele alınabilir. İkinci büyük değişim ise o güne kadar
ticaretin nesnesi olmayan, varlıkların ve kavramların “metalaştırılması”
ve bunların değişim ilişkilerine sokularak ticarileştirilmesidir ki bu
bağlamı da market ilişkileri olarak kavramsallaştırabiliriz.
Dolayısıyla para, bilet=kar=kapitalizm mantığı çürüktür. Amatör tiyatro
dediğimiz mefhumda belirleyici olan işin öznelerinin
ekonomik çıkar, gelir elde etmemesidir. Ancak bu cümle gelir elde
edilmemesi olarak yorumlanamaz. Kar elde etme amacı gütmeden emek
verilmesi, bireysel çıkar gözetilmeden faaliyette bulunulması
kapitalizmin işleyiş mantığına aykırıdır. İşin içinde parayı görüp
durumu buna göre yorumlamak sistemik bir algıyı farkında olarak veya
olmadan yeniden üretmektir. Arada sırada dillendirilen “amatör ruhu
kaybetmeden” deyimi tam da bu noktaya yani, üretimini bireysel çıkarı ön
plana koymadan kolektif bir emek harcamaya tekabül eder. Amatör, acemi
demek değildir. Kapitalizme eklemlenemediği için hor görülmesi
normaldir. Alternatif duruş göstermeye çalışan yapılara sistemik baskı
iki şekilde tezahür eder: ya sistemin dışında sırça köşkünde kendi
kendine yaşayıp toplumsal bağlamdan soyutlanacaksın ya da sistemin
işleyişine entegre olacaksın. Değerli, önemli ve muhalif olan ise
marjinalleşmeye imkan vermeden, toplumdan soyutlanmadan sisteme
alternatif ortamlar, yapılar kurgulanabileceğini göstermektir. Bu yüzden
lütfen “işin içinde para var siz nasıl muhalifsiniz?” sorusunu sorup
durmayın. Geçtiğimiz dönemlerde üniversite tiyatrolarının biletli
oynaması[5], şenliklerini biletli yapmaları[6]
üzerine yazdığım yazılar bu görüş üstüne bina edilmişlerdir. Kimse
kusura bakmasın, bu sosyal, ekonomik ve politik koşullar içerisinde
çiçek çocuklar gibi çiftlik kurup orada tiyatro yapmayı düşünmüyorum.
Tiyatronun sokağa açık olması için tiyatrocunun da sokağa açık, sokağa
ait, sokakta olması gerekir. Vurgulamaktan sıkılmayacağım üzere: “Kendini sokağa kapatmış bir tiyatro ölüdür, içinde çok üşümüş birinin ısınmadığı tiyatro sadece mezarlıktır.[7]“
İşin pratik, olgusal boyutuna gelecek olursak:
- > Bilet satmak profesyonel işidir, amatörler bilet kesemez, zinhar gelir elde edemez!!!
Kusura bakmayın ama ya hesap
bilmiyorsunuz ya dayak yememişsiniz. Yahu amatör dediğiniz insan tiyatro
yaparken dekor, kostüm, ışık masrafı yapmıyor mu? Salon sıkıntısı
çekmiyor mu? Maddi harcama gerektiren hiç mi eylemi olmuyor? Bu
tanımlamayla “amatör tiyatrocu” para derdi olmayan kendi finansmanını
kendi cebinden yapabilen bir kesime indirgenmiyor mu? Amatör tiyatro
algısının nereden nereye geldiğini görmek için Yılmaz Onay ile yapılan
söyleşiye bakmak yerinde olacaktır:[8]
“…Görüleceği gibi, amatörlüğün
ölçüsü, bilet satmamak, festivallere katılmamak, ya da oynanan oyun
karşılığında hiç para almamak, filan değil, o yollarla sağlanan paranın
kimlere gittiği ve neye kullanıldığıdır. Örneğin, telif yasasında
amatörlüğün şartı olarak “kâr amacı gütmemek” varmış.
… Benzer şekilde “amatörlük” de,
kapitalizmin tariflediği “heveskârlık”la en ufak bir yakınlık göstermez.
Seyirciye yönelik işleve dayalı bir amaçla yapılan tiyatroda amatörlük,
bu işi bir o kadar iş edinmiş – yani bu anlamda profesyonel ve en az o
düzeyde olmaya çalışan – ama ekmeğini başka bir alandan kazanarak “tam
bağımsız” bir tiyatro yapabilmek adına amatörlüğü sürdüren kişilerin
üstlendiği bir iştir. Tabii böyle bakıldığında yazarın da amatörü,
profesyoneli vardır ve o meslekte de amatörlük, asla acemilik,
heveskârlık anlamında değildir, ama en usta işi eserini bile, bir amatör
tiyatro hareketinin kullanımına amatörce vermekte tereddüt etmemek
anlamındadır.“
Yılmaz Hoca’nın bu tanımlamaları kimi
kesimlere oldukça radikal gelmektedir. Hele amatör tiyatronun “iki kalas
bir heves” olmadığının vurgulanması çarpıcıdır. Zira ekonomik temelli
muhalefetin düşüş yaşadığı dönemimizde bu tarz tartışmalarda genellikle
kapitalizmin öncüllerinin “verili ve değişmez” olarak kodlanmaktadır.
Bu konularda fikir yürütürken kendisini muhalif çerçeve de tanımlayan
tiyatrocuların şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekmektedir.
ONK- Shurkamp Verlag gibi sistemik kurumlardan böyle bir algı zaten
beklemiyorum dolayısıyla iddialarına meşruiyetlerini tartışmanın
ötesinde önem vermiyorum. Hafız-ı Şirazi’nin dediği üzere:
“Düşmanın yalanına aldırış etme hafız,
Doğru söylese zaten onunla savaşmayız!”
->Eğitimli aslan-eğitimli insan
İlk başlarda
tartışmalara gelen bazı tepkileri konunun bilgilendirmesinin tarafımızca
yeterince açık yapılamamasından veya konuyla ilgili bilginin yeterince
yaygın olmamasından kaynaklandığını düşünüyordum. Bugüne kadar
sorgulanmadan devam eden bir süreç söz konusu. Örneğin Akademisyen Doç.
Dr. Savaş Bozbel’in hazırladığı hukuki mütalaada[9] “ONK Ajans’ın hukuken bir meslek örgütü olmadığı, bu nedenle de takip ve tahsil yetkisine sahip olmadığı“
görüşleri tamamen farklı bir pencere açtı.Telif hakları bilgi düzeyi
tiyatro dünyasını utandıracak kadar kısıtlı durumda. Kendisini eğitimli
ve bu işlerin piri olarak gören bazı insanların görüşlerinin bu derece
çarpık olmasının bu bilgisizlikten kaynaklandığı intibaına kapılmıştım.
Gel gelelim konuyla ilgili üretilen, edinilen bilgi hiç sorgulanmadan,
düşünülmeden kabul edildiğinde ortaya böyle durumlar çıkabiliyor. Sistem
tarafından üretilen bilginin muhalif bir alan yaratması tabi ki
beklenemez. Bir başka deyişle “bu kadar cehalet ancak eğitimle mümkündür.”
Bilgiyi sorgulama, kaynağını ve kullanımını idrak etme hali “eğitimli
insan” mefhumunun temeli olmalıdır. Aksi takdirde çemberlerden nasıl
atlaması gerektiği kendisine öğretilmiş “eğitimli bir aslanın” var
olduğu konumdan bir ayrışma yaşanamaz. Hiç bir aslanın, sirk
yöneticisinin kendisine verdiği eğitimin neye yaradığını, neden var
olduğunu, kendi üstünden sirk sahibinin cebinin dolması amacıyla
üretildiğini düşündüğünü sanmıyorum. Gel gelelim vahşi bir aslan
eğitimli olana göre hakkını, özgürlüğünü savunma konusunda sirk sahibine
karşı çok daha güçlü ve etken bir konumdadır. Cahit Arf hocanın da
belirttiği üzere akademisyenlerin bile kendi ürettikleri bilgiye tam
anlamıyla hakim olamadıkları bir dönemde, eğitimin sorgulanmaması
iktidara biatın kökenidir. Eğitim, ezbere dayanan, sorgulama sürecini
ihtiva etmeyen bir biçimde kabul görüldüğünde karşımıza çıkacak durum
“Arf Halkaları” nı kandil simidi zannedip yemeye kalkan bir
matematikçiden başka bir şey olmayacaktır.
-> “Kötü/kaka/asosyal bir sanatçı[10]” üzerine
“Canı cehenneme rahat uyuyanın
Kapısını örtenin perdesini çekenin
Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın
Duvarları ancak çarpınca görenin
Canı cehenneme başkasının yangınıyla
Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.”
Kapısını örtenin perdesini çekenin
Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın
Duvarları ancak çarpınca görenin
Canı cehenneme başkasının yangınıyla
Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.”
Ş. Erbaş
Aslında bu konu üzerine yazmayıp malum
zatı, kendi içinde yarattığı “aykırı görüşleriyle tartışılan adam”,
“popüler ama marjinal bir ikon” kimliğini beslememeyi düşünmüştüm. Çünkü
bir insanın kendisini olmadığı bir şey sanması acıdır. Sonra bu
durumdan kurtulabilmesi için gerçeklerin suratına vurulması gerektiği
düşüncesi ağır bastı. Tabi bu süreçte görüşlerinin kamuoyuna teşhir
edilmesi gibi bir durum gerçekleşecek, ancak kendisi hem amatör
tiyatrolar bloguna[11] yorum bırakarak hem de kendi blogunda[12] görüşünü kamusallaştırarak bu ayıbın kamusallaşması sorumluluğunu üstüne almıştır.
En büyük sorun muhteremin kendisini
nev-i şahsına münhasır zannedip ayrıksı bir kimlik taşıdığına
inanmasıdır. Üzülerek belirtmek istiyorum ki “main stream” veya “ana
akım” dediğimiz şey de tam olarak bu. Maalesef ki genel algının, kabul
görmüş çoğunluğun bir parçasısınız. Gerçi siz de haklısınız, sırf farklı
düşündüğünü gösterebilmek, genel algıdan ayrıştığını kanıtlamak için
muhalif olunmaz. Hele bu ülke de bedeli oldukça ağırdır.
Yazınızda “Kapitalistim. Para kazanmayı seviyorum, çünkü hayatım alkol ve aşkla dolu…“
diye belirtmişsiniz. Bu görüşleriniz yazımın başlığına ilham verdi,
teşekkür ederim. Devamında kaleme aldığınız şeyleri hangi kafada
yazdığınızı öğrenmek için sizinle aynı meyden tatmak isterim.
-Garson! Şarap getir. Garsonun hali harap…
Haz konusuna gelecek olursak Brecht de “Tiyatro İçin Küçük Organon[13]” buna değinmiştir:
“…Tiyatro, tiyatro olduğunu
kanıtlamak için eğlendirmekten başka bir kimlik belgesini gereksinmez,
ama böyle bir belge olmadan da dünyada yapamaz.
… Savunulmayı eğlence kadar az gereksinen bir başka şey yoktur.”
Tabi hazzın kaynağı, nedeni, üretimi gibi konularda sizinle ayrışmalar yaşıyoruz.
Yazınızda “ Kötü/kaka/asosyal bir sanatçı”
nın manifestosu gibi bir kurgu yapmışsınız. Sonrasında da konuyu
açıklamak için kendi görüşlerinize yer vermişsiniz. Bu ikinci kısmı
keşke yazmasaydınız. Hayır ilk kısmı,
- O bir kurguydu. Yanlış, saçma ve çelişik olmasında bir sorun yok. O, onu söyleyen yazarın algısı, cehaleti…
gibi bir savunmayla kurtarabilirdiniz.
Ancak o son kısımda -ne kadar anlayışlı davranmaya- çalışsam da sizi ben
bile kurtaramam. Bu yazımın önceki kısımlarında açıkladığım algı
karmaşasını, amatör tiyatro tanımlamalarını, eğitimli aslan örneğini,
sizi kurtarmak için yeniden yazmam gerekiyor. Ancak elimden bir şey
gelmiyor, gündem o kadar yoğun ve zorlayıcı ki zamanım yok. Naçizane
önerim bol kepçeden kullandığınız terimlerin açıklamasına internetten de
olsa bir bakmanız. Ama bu defa sorgulayın! Arf halkasını kandil simidi
zanneden matematikçiyi “çılgın bilim insanı” deyip hoş görebilsek bile
amatör tiyatrolar üstüne böyle şeyler söyleyebilen birini “çılgın,
marjinal, of adam manyak ya” diyerek bile kurtaramıyoruz. Ana akıma
dahil olmuş böyle tanımlamalar çok yaygınlaştığından kimse yemiyor. Hele
ekonomik-politik terimlere hiç girmeyin, orayı toparlamak zor. Ne de
olsa biraz entelektüel alt yapı gerekiyor ve ekşisözlük gibi mecralar
bunun için yeterli değil. Örneğin “faşizm” in aynı zamanda ekonomik bir
işleyiş olduğunu bilmeden elinde sigarayla sağa sola “faşist” diyen,
kullandığı cümlelerle farkında bile olmadan “cinsiyetçiliği” ve bilimum
bayalığı yeniden üreten Okan Bayülgen taze rezil oldu!
Ayrıca kendinizi zorlamayın, illa amatör
tiyatrolara destek vermenize gerek yok. Kimse sizden Lorca’ya “La
Barraca”yı kurduran düşünceyi algılamanızı istirham etmiyor. İnsanların
kapasitelerini aşırı zorlamaya gerek yok!
Ancak destek vermek için ünlü bir düşünürün sözlerini kendinize rehber edinebilirsiniz:
“Gölge etme, başka ihsan istemez!”
Not: “ Oyunlarımın benden izinsiz, ücra köyler dahil hiçbir yerde oynanmasını istemiyorum. ” demişsiniz.
Dedem, Uşak’ın ücra bir köyünde çiftçilik yapmaktadır. Kendisiyle
konuştum, görüşlerinizi ilettim. O konuda sorun çıkmayacak. Ama komşu
köyün, ehli işret muhtarına garanti veremedi. Dikkat etmenizi öneririm!
Son Olarak
Verdiğimiz mücadeleyi yaygınlaştırarak,
güçlendirerek ve örgütlenerek devam ettirmekteyiz, ettireceğiz.
Kapitalizmin egemen olduğu dünyada çabamızın herkes ve her kurum
tarafından kabul edilmesini beklemiyoruz. Wallerstein’in dünya
sistemleri analizinde tarihsel olarak “çatallanmaya” girdiğimizi, bu
dönemin olumlu veya olumsuz değişimlere gebe olduğunu söylediği bir
zamanda mücadelemizi güçlendirmeye devam edeceğimizi belirtiyoruz. Ajite
kelimesi kulaklarına fısıldandığından beri hak temelli her söylemi
ajitasyon yapıyorsunuz diye karalamaya, değersizleştirmeye kalkan kalem
erbabına yönelik bir Edip Cansever alıntısı yapmak istiyorum:
Mahpusunu kıskanan bir gardiyanı
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün
Ne kadar acı bunlar
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir..."
Eylem zamanı!
Eh konu hakkında yeterince yazdık, çizdik. Daha da yazmaya devam edeceğiz. Bilgi üretmek mücadelenin bir parçasıdır ama tamamı değil.
Şimdi farklı eylemliliklerin, amatör tiyatroların tasfiyesine karşı “sivil itaatsizliğin” zamanı!
[1] http://holisticparanoia.blogspot.com/2012/12/telif-haklar-tartsmas-ile-ilgili-olarak_21.html
[2] http://mimesis-dergi.org/2012/12/akil-akil-gel-hukuka-takil-telif-tartismalari/
[3] http://www.youtube.com/watch?v=2HPuSOimPTw
[4] http://www.cerezforum.com/makaleler-arastirma-yazilari/45564-paranin-icadi-paranin-tarihcesi.html
[5] http://uzerineyazilar.blogspot.com/2012/04/bu-aksamki-devrime-iki-biletim-var.html
[6] http://uzerineyazilar.blogspot.com/2012/05/bu-ayki-devrime-kombine-biletim-var.html
[7] http://mimesis-dergi.org/2010/03/27-mart-dunya-tiyatro-gunu-bildirisi/
[8] http://mimesis-dergi.org/2012/12/yilmaz-onay-ile-amator-tiyatro-ve-telif-uzerine/
[9] http://amatortiyatrolartelifitartisiyor.blogspot.com/p/doc-dr-savas-bozbelin-hukuki-mutalaas.html
[10] http://holisticparanoia.blogspot.com/2012/12/telif-haklar-tartsmas-ile-ilgili-olarak_21.html
[11] http://amatortiyatrolartelifitartisiyor.blogspot.com/2012/12/amator-tiyatrolardan-telif-sorununa.html
[12] http://holisticparanoia.blogspot.com/2012/12/telif-haklar-tartsmas-ile-ilgili-olarak_21.html
[13] http://www.halksahnesi.org/incelemeler/brecht_kucuk_organon/brecht_kucuk_organon.htm
Bu yazı aynı zamanda Mimesis Portal'de yayınlanmıştır...
YanıtlaSil