“Grevdeki bir ilaç fabrikasının kapısında, gece yarısı karanlığında yaşamını yitiren ilâç işçisi HASAN ATEŞ’in anısına...”
Vedat Türkali
Yeşilçam Dedikleri Türkiye
“Yeşilçam Dedikleri Türkiye” kitabı, Vedat Türkali’nin bizzat deneyimlediği sinema dünyasının içinden, Türkiye’deki entelektüel kesimin toplumsal muhalefet konusundaki savruluşlarını, faşizan yönetimin uygulamalarını, 70’li yılların Türkiye’sinde yaşananları anlattığı bir eser mahiyetindedir. Onur Günay’ın Vedat Türkali ile yaptığı söyleşide[1] yazar sinema dünyasında karşılaştığı politik çatışmaları, karşılaşmaları, sansürü adeta bir roman yazarmışçasına aktarmaktadır. Türkali’nin bütün kitaplarında olduğu gibi ayrıntılı ve derinlikli işlenen bir çok konu içeren bu kitabı incelerken boğulup,savrulmamak için, ataerki ve toplumsal cinsiyet konularının perspektifinde insanların yaşadıkları iç çatışmaların toplumsal düzenden bağımsız olmadığını ve bu düzenin insanların kişilikleri üzerinde ne kadar baskın olduğunu, özgürlükçü ve muhalif kesimlerde bile ortaya çıkan cinsiyetçiliği temel çalışma başlığı olarak belirledim. Ayrı başlıklar halinde incelemeyecek olsam da alt başlıklar, kitaptaki toplumsal cinsiyet rollerinin normalleştirilmesi, erkek ve kadın cinselliğinin farklı görülmesi, özgürlükçü kesimlerin bile ataerkil tepilerle hareket etmesi olarak belirlenebilir. Kitap , diğer kitaplarında olduğu gibi, Türkiye soluna dair yapılan feodal,cinsiyetçi ve homofobik eleştirileri de içeriyor. Feminizmi burjuvazinin bir oyunu olarak gören geleneğin, ilerleyen dönemde güçlü bir biçimde kendini hissettiren Kürt toplumsal hareketine dair bakışını aydınlatan bir kitap olarak tasvir edilebilir “Yeşilçam Dedikleri Türkiye” çünkü toplumda var olan her soruna “ekonomik ilişki” perspektifinin dışına çık(a)mayan bir görüş eleştiriliyor.
Vedat Türkali
Üzerine bir çok çalışma yapılan bir yazarı tanıtmak için yazabileceğim şeylerin eksik kalacağını düşünerek teknik bir tanıtım vermeyi uygun buluyorum.
[2]Vedat Türkali (d. 13 Mayıs 1919, Samsun) Abdülkadir Demirkan 'ın (1950'li yıllarda Abdülkadir Pirhasan olmuştur) yazılarında kullandığı ismidir. Senarist, şair ve romancı olan Türkali, liseyi Samsun Lisesi'nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun olmuştur. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan'la evlenmiştir. Ailesinin koyu şeriatçı olmasına karşın, o komünistti.
Maltepe Askeri Lisesi ve Kuleli Askeri Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra 1951'de siyasi eylemleri sebebiyle tutuklanmış; 9 yıl ceza almış 7 yıl sonunda koşullu olarak serbest kalmıştır.
Gar Yayınları'nı Rıfat Ilgaz ile kurduktan sonra, 1960'da Dolandırıcılar Şahı ile senaristliğe başlamıştır. Senaristliğine devam eden Türkali, 1965'de yönetmenliği denemiştir.
Bir Gün Tek Başına ve Mavi Karanlık gibi romanları Türk edebiyatının en büyük eserleri arasına girmiş; daha sonra da Yeşilçam Dedikleri Türkiye ve Tek Kişilik Ölüm romanlarını da yazmıştır.
Yeraltı T.K.P. sinin eski üyelerindendir. 2002 seçimlerinde DEHAP'dan aday olarak siyasete de soyunmuştur. Vedat Türkali, oyuncu Deniz Türkali ve yönetmen Barış Pirhasan'ın babası, Deniz Türkali'nin kızı şarkıcı Zeynep Casalini'nin dedesidir.
Başlıca eserleri
- Bir Gün Tek Başına (roman, 1974)
- Eski Şiirler, Yeni Türküler (şiirler, 1979)
- Üç Film Birden (senaryolar, 1979)
- Mavi Karanlık (roman, 1983)
- Eski Filmler (senaryolar, 1984)
- Bu Gemi Nereye (yazılar, anılar, 1985)
- Dallar Yeşil Olmalı (oyun, 1985)
- Tek Kişilik Ölüm (roman, 1989)
- Özgürlük İçin Kürt Yazıları (1996)
- Güven (roman, 1999)
- Komünist (anı, 2001)
- Yeşilçam Dedikleri Türkiye (roman, 2001)
- Bu Ölü Kalkacak (oyun, 2002)
- Dallar Yeşil Olmalı (oyun, 2002)
- Kayıp Romanlar (roman, 2004)
- Yalancı Tanıklar Kahvesi (2009)
İnceleme açısından “Yeşilçam Dedikleri Türkiye”
Roman, temel olarak Zühtü, Refik ve Gündüz’ün anlatıları üzerinden ilerliyor fakat toplumsal cinsiyet,cinsiyetçilik ve maşizm kavramlarını kitabın içeriği ile ilgili ele alabilmek için Emine karakterini ve onun cinsellik,aşk algısını da incelemek gerekiyor. Ele alınan konuyu inceleyebilmek için karakterlerin, tipleme çizgilerini, aksiyon geçişlerini, yabancılaşmalarını değil, dramaturjik tutarlılık içerisinde toplumsal koşullarını ve cinselliğe, toplumsal cinsiyete nasıl yaklaştıklarını irdelemeyi yöntem olarak tercih ediyorum. Ayrıca cinsellik, toplumsal cinsiyet ve ataerki konularını işlerken çalışmayı sadece erkek karakterler üzerinden götürmek konu başlığına uygun bir tutarsızlık olurdu. Asıl tartışmak istediğim konu Gündüz karakterinin durumu olmasıyla beraber, diğer iki erkek karakteri, Gündüz’le olan benzeşmeleri ve ayrışmalarını vurgulayabilmek için, Emine’yi ise çalışmaya cinsiyet normları konusunda derinlik katması için inceleyeceğim. Bu incelemeler, çoğunlukla Vedat Türkali’nin üslubu haline gelmiş olan çelişkili,çatışmalı iç monologlar üzerinden yürüyecektir.
Zühtü
Zühtü karakteri romanda sinemacı Refik’in babası eczane sahibi bir insan olarak yer ediyor. Gerek ideolojik görüşü gerekse insanlarla ilişkileri açısından bencil, cinsiyetçi, küçük burjuva, milliyetçi eksenlere tekabül ediyor. Hastalığı sebebiyle değişen insan ilişkilerinden dolayı zaman zaman okuyucuyla özdeşlik sağlayabilecek yanları olsa da olumsuzlanan bir karakter. Kadınlara ve kadınlığa bakış açısına göz atmak gerekirse bunları, Hacer, Lena,Makbule kadın karakterleriyle birlikte inceleyebiliriz.
Lena, Zühtü Bey’in gençlik yıllarında hayatında olan bir Rum kızı. Kitapta Lena’yı diğer kadınlardan ayrı olarak hep bir özlemle, insancıllıkla anıyor. Kitabın sonuna doğru Lena ile Yunanistan’da karşılaştığında ilişkilerinin iç yüzünü öğreniyoruz. Zühtü Bey, Lena’yı bir Rum olması sebebiyle döverek kovuyor. İkinci dünya savaşı yıllarında Zühtü Bey’in ilaç karaborsasında oldukça büyük meblağlar elde ettiğini, Lena’nın sadece mahalledeki ihtiyacı olan insanlara eczaneden ilaç çalabilmek içi onunla beraber olduğunu öğreniyoruz.
Karakterin iç yüzünü ortaya çıkaran ise Makbule Hanım karakteri. Makbule Hanım, Zühtü Bey’in akrabası bir balkan göçmeni. Gençliğinde nişanlısı öldürülmüş ve yıllarca bir aile büyüğü olarak Zühtü Bey, karısı ve çocuklarıyla yaşıyor. Gelgelelim, sonrasında Zühtü Bey’in Makbule ile gençliğinde tek gecelik bir ilişki yaşadığını öğreniyoruz. Nişanlısı öldürülen Makbule, “namus” korkusu yüzünden yıllarca Zühtü Bey’in yanından ayrılmıyor, başka bir hayata atılamıyor, onun yanı başında kendisini yok sayarak yaşadığı ilişkilere göz yumuyor. Bütün bunlar olurken Zühtü Bey, Makbule’ye kalacak bir yer verdiği için onu kendisine borçlu olarak görüyor.
Hacer ise Zühtü Bey’in metres hayatı yaşadığı annesine ve çocuğuna bakmak zorunda kalmış bir kadın. Ve replikleri içerisinden anladığımız üzere Zühtü Bey bu yolu genelevdeki hastalıklardan kurtulmak üzere seçmiş buluyor.
Kısaca değinilecek bir nokta ise, çeşitli badirelerle etrafındaki insanlardan ayrılmış olan Zühtü Bey, alt kattaki kiracısı Pervin’e evlenme teklifinde bulunuyor, bunu da ikisinin de yalnız olması ve evlenirlerse bazı ihtiyaçlarını beraber karşılayabilecekleri savına dayandırarak haklılaştırıyor.
Refik
Refik ise kitap boyunca dönüşüm geçiren bir karakter. Fakat ideolojik boyutta yaşadığı değişim ataerki normlarına fayda sağlamıyor çünkü dönemdeki muhalif harekette feminizm ve kadın hareketleri büyük ölçüde bir etki sahibi değil.
Emine ile yaşadığı ilişki onun açısından anlaşılamayacak kadar sert bir karşılaşma oluyor. “Erkeklik, imkansız iktidar”[3] anlatısının tam bir örneği, Önceleri ezber bozmaktan korkan bir tavırla bir kadının, cinselliğe, ilişkilere, erkeğin ve kadının toplumsal olarak konumlanmalarına dair farklı yaklaşımları olabileceğini reddediyor. Bir saplantı haline getirdiği Emine’nin, onu sevmediğini beraber olmalarının olanaksız olduğunu söylemesine rağmen kendisiyle yaşadığı tek gecelik ilişkiyi kendi kafasında hiçbir yere oturtamıyor. Düşünce ve algı sınırlarının dışında olan bu olgu, ezberleyip geldiği ataerkil örüntüleri yırtan bir durum olarak vuku buluyor.
“ - Niye yattın benimle?...
Tamam, işte bunu öğrenmem gerek. Niye titredi sesim? Kıpırdamadan dimdik bakıyordu Emine de. Kavgaya girer gibiydi. Boğuk bir sesle yanıtladı birden.
- Evlenmeyeceğimi kanıtladım!..
- Kime?..
Refik’in saplantılı bakışına baş kaldırır gibi daha da yüksekten,
- Kendime, sana, herkese dedi.Oldu mu?... İyi geceler.Haydi git artık!... ”
Kadınlara ve cinselliğe yaklaşım onun için sadece bir doyum ifade ediyor. Emine’ye karşı olan ilgisi bir onu çocuksu bir duygusal bağlamda gösterse de, yaşadığı cinsel ilişki sonrası, Emine ile tekrar birlikte olma isteğini biraz da ataerkil güdülerden beslemesiyle bu duygusallık yırtılıyor.
Gündüz
Gündüz karakteri ödevin ana eksenini oluşturan bir karakter. Roman üzerinden ilerlemeden önce muhalif kesimdeki ataerkil bağlama yaklaşımda bir perspektif sağlaması için, “Kirli Protesto[4]” makalesine bakmakta yarar var. Makale genel hatlarıyla IRA mensuplarının 1970’lerin sonunda gerçekleştirdikleri “Kirli Protesto” ‘dan, ve buna destek veren kadınların “adet kanaması” mefhumu üzerinden nasıl ötekileştirildiklerinden bahsediyor. Bir alıntı yapacak olursak:
“Erkek mahkûmların aksine kadın mahkûmlar hep kızlar olarak düşünüldü. Bu anlamda kültürel alanları eşikteydi. Ne erkek ne de tamamıyla kadın, hepsi genel toplumsal seviyede nötr cinsiyetli olarak algılanıyorlardı.”
Muhalif kesimin yaşadığı en acı tecrübelerden olan hapishane ve işkence mefhumlarında bile kadınlara ve kadınlığa dair bakış açıları son derece ataerkildi. Dönem için yapılan tez çalışmalarında ve özellikle “Gözaltında taciz ve tecavüz” konularında çalışan Avukat Eren Keskin’in anlatılarında da belirttiği üzere, eski muhalif örgütlenmelerin birçoğunda kadınlara yapılan tecavüzler bir işkence çeşidi olarak değerlendirilip, kadınlık durumu göz ardı ediliyordu.
Romana dönecek olursak, Gündüz kendi değer yargıları içerisinde Pervin ile yaşadığı bir beraberlik var. Bu beraberlik süresince, Pervin’in daha önceki ilişkilerine dair bakış açısı ve iç çelişkileri Gündüz’ün kendini konumlandırdığı ve tanımladığı kavramlara ters düşen ataerkil saplantıları oldukça incelikli işleniyor. Bu çatışmanın tutarlı bir biçimde süreklilik arz etmesi dramaturjik bağlamda anlamlandırılıyor. Vedat Türkali’nin hemen hemen bütün romanlarında işlediği ataerki mefhumu, Gündüz’ün yaşadığı bazı “karşılaşma” larda özellikle öne çıkıyor. Gündüz’ün algısındaki sert yüzleşme, Seniye ile yaşadığı ilişki sayesinde vuku buluyor. Seniye’nin cinselliği kendi iradesiyle yaşaması, cinselliği Gündüz’ün içten içe taşıdığı ataerkil anlamda “erkek gibi” yaşaması bir kırılma noktası oluyor. Bu bahsettiğim ataerki toplumsal koşullarıyla beraber ele alınıyor. Aksi takdirde Babillerden günümüze kalan ataerkil toplumsal düzenin yaratılarını sadece bireysel tercihlerle açıklamaya çalışmak abesle iştigal olurdu. Gündüz’le özdeşleşen okuyucu, onun eril jestleri üstünden kendisiyle ve çevresiyle yaptığı tartışmalarla, eril jestlere karşı Brechtyen tabirle bir yabancılaşma yaşıyor. Seniye’nin Gündüz üzerinde oluşturduğu etki ve ona karşı kurduğu söylem başlı başına çok açık ve çarpıcı bir gestus olarak değerlendirilebilir.
Bu bağlam da bir başka muhalif Fuat’ın varlığı, yazarın söylemek istediğini olumlu bir biçimde ifade etmesine olanak veren bir karakter olarak romanda anlamlanıyor. Fuat, ataerki bağlamında olumlanan bir muhalif-solcu erkek karakter, Emine’nin sevgilisi. Zühtü Bey ile aralarında geçen bir diyalog cinselliğe yaklaşımını oldukça net bir biçimde ortaya koyuyor.
“Ee ağbi, nasıl olsa sizi de solcu yapacağız, dedi. Solcularla düşe kalka...
Kızgınlıkla kesti Zühtü bey,
- Siz benim yarrağımı solcu yaparsınız dedi.
Arkadakiler kıkır kıkır gülüyorlardı. Fuat gülmemişti. Şöyle bir yan gözle baktı Zühtü Bey'e,
- İş onda zaten ağbi, dedi. Yarrağınızı solcu yaptık mı bitti gitti!
Doğrusu biraz şaşırmıştı Zühtü bey. Bu herifle baş edilmez.
Tutamamıştı, güldü,
onun da solcusu oluyor demek, dedi, biraz da alayla...
Taksim'i dönüp Tarlabaşı'na giriyorlardı. Bir küçük aradan sonra,
- Oluyor ağbi, dedi Fuat.
Söyleyeceğinin altını çizer gibi. Sonra ekledi yavaşça,
- Düşman gördüğün birine saldırı için değil eşit biriyle mutluluğu bölüşmek için kullanırsın o silahı[5]... o zaman solcusu oluyor...”
Kızgınlıkla kesti Zühtü bey,
- Siz benim yarrağımı solcu yaparsınız dedi.
Arkadakiler kıkır kıkır gülüyorlardı. Fuat gülmemişti. Şöyle bir yan gözle baktı Zühtü Bey'e,
- İş onda zaten ağbi, dedi. Yarrağınızı solcu yaptık mı bitti gitti!
Doğrusu biraz şaşırmıştı Zühtü bey. Bu herifle baş edilmez.
Tutamamıştı, güldü,
onun da solcusu oluyor demek, dedi, biraz da alayla...
Taksim'i dönüp Tarlabaşı'na giriyorlardı. Bir küçük aradan sonra,
- Oluyor ağbi, dedi Fuat.
Söyleyeceğinin altını çizer gibi. Sonra ekledi yavaşça,
- Düşman gördüğün birine saldırı için değil eşit biriyle mutluluğu bölüşmek için kullanırsın o silahı[5]... o zaman solcusu oluyor...”
Not olarak eklemek gerekirse bu konuya farklı bir açıdan bakılmak istenirse Tiyatro Boğaziçi’nin “Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın[6]” oyununa bakmak ve oradaki Edip’in çözümlemesini yapmak yararlı olacaktır.
Emine
İncelememin eksik kalan noktalarından biri de kadın gözüyle cinsellik kavramı. Tabi ki Emine karakterini tüm kadınları temsil eder bir şekilde ele almak ve kadınları homojenleştirmek uzak kalmayı istediğim bir handikap. Aziz Çalışlar’ın kitabına[7] ulaşamadığım için bu konuya dair bizzat yazarın yorumlarını alıntılayamayacağım. Ancak yazarın diğer kitaplarındaki kadın karakterlere bakacak olursak, örneğin Nilüfer-Mavi Karanlık, Güven-Süheyla, Necla, Yalancı Tanıklar Kahvesi vd. genel bir bakış çerçevesi çıkarabiliriz.
Emine, cinselliğin ve kadınlığının bilincinde, yaşadığı toplumdaki normlar yüzünden zaman zaman kendini ispat etmeye gerek duysa da ne istediğini bilen bir karakter. Refik’in yaşadığı dönüşümde toplumsal cinsiyete ve cinselliğe bakış konusunda getirdiği acımasız eleştiriler, doğru saptamalarla yer alıyor. Emine’nin ağzından, dönemdeki toplumsal muhalefetin içinde taşıdığı ataerkiyi rahatça görebiliyoruz. Feminist harekete karşı sosyalist kesimdeki küt ve Ortodoks-marksist bakış açısı olgular,olaylar, ilişkiler üzerinden oldukça geniş anlatılıyor. “Marksizmle feminizmin mutsuz evliliği”[8] bu bağlamı oldukça düzenli bir biçimde tabir etmektedir. Cinsellik konusunda, erkeklerle yaşadığı ilişkilerde politik ve bireysel kimliğini yok saymaya çalışan jestlere karşı gösterdiği tepki yazarın düşüncesini oldukça net bir biçimde ortaya koyuyor. Evliliğe bir kavram olarak karşı çıkmasıyla beraber sonrasında evlenmeye karar vermesi bir çelişki oluşturmuyor. Şöyle ki, evlilik onun kurumsal olarak karşı çıktığı, duygusal olarak arzuladığı bir mefhuma evriliyor.
Sonuç Olarak
Özetlemek gerekmese de, temayüller gereği özetleyecek olursak; çalışma başlığı olarak ele aldığım, ataerki ve toplumsal cinsiyet konularının perspektifinde insanların yaşadıkları iç çatışmaların toplumsal düzenden bağımsız olmadığını ve bu düzenin insanların kişilikleri üzerinde ne kadar baskın olduğu tartışmasını ve bu tartışmanın muhalif kesimdeki yansımalarını işleyen Vedat Türkali edebi bir ustalıkla oluşturduğu romanında didaktizme kaymadan sorunu irdeliyor. Türkali, feminizmi, “burjuvazinin bir oyunu” olarak niteleyen kesimlere yönelik, büyük bir edebi ustalık ve sinemacılığından gelen görsel anlatım gücü eşliğinde, sağlam bir dramaturjiye ve olay örgüsüne oturttuğu kitabıyla yürütmek istediğim tartışmayı özetliyor.
Kaynakça
1- Aziz Çalışlar, Vedat Türkali’yle yeni romanı Yeşilçam Dedikleri Türkiye Üstüne Konuşma, Günümüzde Kitaplar, Ocak,1987
2- Vedat Türkali, Tüm Yazıları, İstanbul, Everest Yayınları,2004
3- Vedat Türkali, Yeşilçam Dedikleri Türkiye, İstanbul, Cem Yayınevi,1987
4- Vedat Türkali, Güven, İstanbul,Everest Yayınları,1999
5- Vedat Türkali, Yalancı Tanıklar Kahvesi, Turkuvaz Kitap,2009
6- Gülperi Sert, Çağının Tanığı İki Yazar: Vedat Türkali ve Christa Wolf'ta Gerçekçilik, İlya Yayınevi,2004
7- Safa Önal Vedat Türkali Orhan Günşiray [videorecording] : 4 / Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi, Safa Önal Proje ekibi: Emrah Ünsal, Eylül Çulfaz, Öykü Tümer, Seda Yıldırım; kamera: Emrah Ünsal, Şeyda Gergin, Özgür Çağdaş; kurgu: Emrah Ünsal, Eylül Çulfaz. -- Vedat Türkali Proje ekibi: Onur Günay, Başak Deniz Özdoğan; kamera: Şeyda Gergin, Hüseyin Namık Yıldırım, İsmail Cem Köklükaya; kurgu: Onur Günay. -- Orhan Günşiray Proje ekibi: Zümrüt Burul; kamera: Ahmet Bülent Kırkoç; kurgu: Orhan Emre Çağlayan, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi, 2008.
8- Pınar Selek, Sürüne sürüne erkek olmak, İletişim Yayınevi,2008
9- Serpil Sancar, Cinsiyet Farklarını ve Cinsiyete Dayalı İktidar İlişkilerini Anlamak, Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis Yayıncılık,2009
10- Deniz Kandiyoti, Ataerkil Örüntüler: Türk Toplumunda Erkek Egemenliğin Çözümlenmesine Yönelik Notlar
11- Begona Aretxaga, Kirli Protesto: Kuzey İrlanda’daki Etnik Şiddet’te Sembolik Çoklu Belirlenme ve Toplumsal Cinsiyet, çev. Onur Günay
12- Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın, Oyun 2 Perde, Tiyatro Boğaziçi
[1] Safa Önal Vedat Türkali Orhan Günşiray [videorecording] : 4 / Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Vedat_T%C3%BCrkali
[3] Serpil Sancar, Cinsiyet Farklarını ve Cinsiyete Dayalı İktidar İlişkilerini Anlamak, Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis Yayıncılık,2009
[4] Begona Aretxaga, Kirli Protesto: Kuzey İrlanda’daki Etnik Şiddet’te Sembolik Çoklu Belirlenme ve Toplumsal Cinsiyet, çev. Onur Günay
[7] Aziz Çalışlar, Vedat Türkali’yle yeni romanı Yeşilçam Dedikleri Türkiye Üstüne Konuşma, Günümüzde Kitaplar, Ocak,1987
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder