26 Mart 2012 Pazartesi

Taşkışla Sahnesi”Z” den Kırık Testi

Bilal Akar- Sema Taşdemir                                                                                                              26.05.2010


”Nedir adil davranıldığını hissettiren? Nereden gelir ve nereye gider vicdanın sesi? Kurtulmak için çaba gösterdikçe daha da derine çeken doymak bilmez bir bataklık gibi adalet oyunu… Güçlünün tekelinde…”
19. İstanbul Amatör Tiyatro Günleri  (İATG) kapsamında İTÜ Taşkışla Sahnesi’nin 2009-2010 eğitim prodüksiyonu olan “KIRIK TESTİ” adlı oyunu yer aldı. 
Oyun, 1808 yılında Alman yazar Heinrich Von Kleist tarafından yazılmış komedi türünde bir eser. Konusu itibariyle adalet olgusuna ağır bir eleştiri getiren yazarın bu oyununu, en verimli dönemi diye tanımlanan klasisizmden romantizme geçişinde tamamladığını biliyoruz. Yazar aynı zamanda bu oyununda, ”Kırık Testi” metaforu üzerinden namus olgusunun da muhakemesini yapıyor. Zira oyunda kırılan testi, Bayan Martha’nın kızı Eve’ in lekelenmiş(!) namusu. Oyun kırılan testilerinin davasını görmek için mahkemeye başvuran dul anne Martha ve aynı evde yaşadıkları destekçisi bekâr teyze Carla’nın haklarını istemeleriyle başlıyor, çeşitli olaylar çerçevesinde de testiyi asıl kıranın mahkemenin yargıcı olduğu ‘’sürpriz”iyle sonuçlanıyor. Yıllardır özenle koruduğu, vatanseverliğiyle eşdeğerde olduğunu iddia ettiği yadigar testisinin kırılması üzerine bayan Martha, kızının yeni nişanlısı Ruprecht’i testiyi kırdığı gerekçesiyle mahkemeye verir. Babası Veit Tümpel tarafından Eve’e olan sevgisinin sürekli manipüle edildiği Ruprecht ise kendisini savunarak tersine aldatılmış ve mağdur ve erkeklik onurunun zedelenmiş olduğunu öne sürer. Gerçeği yalnız kendisinin bildiği Eve’in susmasının nedeni, yargıcın onu, savaşın olduğu sırada Ruprecht’i askere göndermekle tehdididir. O sırada köy mahkemelerini denetlemekle görevlendirilmiş müfettiş Walter, Yargıç Adam’ın köyüne gelir. Deneyimli ve ”despot” müfettiş Walter huzurunda görülen bu davanın nihayeti Ruprecht’in halası Bayan Brigitte’in olayları aydınlatmasıyla gelir. Bayan Brigitte’in mahkemeye delil olarak sunduğu birçok gereçle suçlunun Yargıç Adam olduğu anlaşılır. İlk sahnede ön oyun olarak gördüğümüz Adam’ın rüyası son sahnede artık gerçeğe kavuşmuştur. Olayların aydınlanmasıyla birlikte önce müfettiş Walter’ın devletin bir organının onurunu koruma kaygısıyla yargıca karşı korumacı tavırlarını sonrasında da Yargıç Adam’ın tüymüş olduğunu görürüz. Tacizden, ataerkil ve milliyetçi normların kadın olmalarından dolayı üzerlerinde oluşturduğu baskılardan, mağdur kadınların (Eve ve hizmetçiler) somutlaştırılmış sağlam bir testi eşliğinde gelip kemerlerini çıkarmalarıyla oyun son buluyor.
Oyunun ana bağlamını genel olarak şu iki öğe oluşturuyor: taciz- ataerki, ataerkil, milliyetçi ve militarist normlara dayalı devletin adalet mekanizması.
Oyunda işlenen taciz kavramı genel olarak Yargıç Adam’ın Eve ve hizmetçilere karşı tavırları üstünden ilerliyor. Grup bu temayı desteklemek için oyuna hizmetçiler odağını eklemiş. Yargıç Adam tiplemesini oynayan oyuncunun kadın olması, eril jestlere hem oyuncunun hem de seyircinin daha kolay yabancılaşmasını sağlıyor. Adam’ın, hem günlük hayatta Eve’e karşı olan tavırları hem de evinde hizmetçilere karşı gerçekleştirdiği taciz yeterinde vurgulanıyor fakat hizmetçiler zaman zaman durumlarından şikâyet etseler de tacize karşı gösterdikleri tavır vurgu almıyordu. Oyunun bir bölümünde hizmetçilere karşı tacize müfettiş Walter’ın da dâhil olması tacizin Adam’ın kişiliğinden değil ataerkil yönelimlere sahip kişilerden kaynaklandığını gösteriyordu. Oyunda erkek mahkeme mübaşiri de bir kadın oyuncu tarafından canlandırılıyordu fakat bu tipleme oyunda belirli bir ağırlığa sahip değildi. Belki mübaşirin kadın olarak tercih edilmesi ve tiplemenin derinleştirip oyuna bağlamsal olarak eklemlenmesiyle farklı bir bakış da eklenebilirdi. Şöyle ki ataerkil düzenin baskısı altında yaşayan kadınlar da ataerkiyi yeniden üretme sürecine kimi zaman gönüllü olarak dâhil oluyorlar. Grup bu yorumu sadece anne ve teyze üzerinden gerçekleştiriyor. Buna mübaşirin de eklemlenmesiyle sistemin parçası olan bir kadının da sürecini gözlemlemek mümkün olabilir. Oyunun sonunda gerçekleşen Eve ve hizmetçilerin kırılmamış bir testiyle sahneye gelip önlük ve kemerlerini çıkarmaları mecazi olarak kendilerine dayatılan toplumsal görevleri reddetmeleri grubun söylemek istediği sözü net bir şekilde ortaya koyuyordu. Oyunun finalinin, İstanbul ve İzmir fuayelerinde tartışmaya açılan yönü ise hizmetçilerin metinsel ve sahneleme açısından geri plandan olmaları nedeniyle süreçlerinin görülmemesiydi.
Oyunun sahnelenmesinde tek mekan tercih edilmiş (Adam’ ın evinin aynı zamanda mahkeme salonu olması) bu da topluluğun dramaturji çalışmasında değindiği gibi eşitsizlikleri doğuran resmi, gayri-resmi olguların iç içe geçmişliğini yansıtıyor. Yargıcın yaşadığı evde aynı zamanda dava görüyor olması gibi. Grup, mekan algısını kuvvetlendirmek için kullanılan kostümlerde de buna uygun bir kullanıma gitmiş. Örneğin oyuncular evin içinde olduklarından dolayı çorapla dolaşıyorlardı. Taşkışla bu kullanımın resmi alan ciddiyetinin altını boşaltmak amacıyla da kullanıldığını belirtti fakat bu durum sahneleme noktasında biraz daha vurguya ihtiyaç duyuyor. Oyunun sonuna doğru Müfettiş Walter’ın, Yargıç Adam’ın suçlu olduğunu anlamaya başlayarak devletin ve sistemin saygınlığını kurtarma çabası günümüzde de var olan “kutsal devlet” anlayışıyla paralellik içeriyor. Dava sürecinde mahkeme üyelerinin kurduğu söylemler ve bu sistemde kendi haklılığını kanıtlamaya çalışan davalı ve davacıların düzene eklemlenmesiyle ortaya militarist, ataerkil, devletçi anlayışın bütün nüveleri ortaya dökülüyor.
Oyunun sahneleme ayağına gelirsek, oyun süresince genel akışta belli bir ritim sorunu görülüyordu. Bu durum zaman zaman sahnelerin izlenirliğini ciddi anlamda sekteye uğratabiliyordu. Oyunda kullanılan müziğin sahne akışını oluşturmaktan ve çatışmalara ortak olmaktan ziyade efekt olarak kullanılmasının tercih edilmesi bazı sahnelerde seyirliği desteklemiyordu. Bunların dışında ışığın kullanılmadığı yerlerde fenerlerin kullanılması teatral açıdan Eve üstünde kurulan baskıyı betimlemede oldukça başarılıydı. Fakat bu sahneden sonra Eve’in sahneden çıkmış olması tam olarak anlaşılmıyordu. Grup yapılan söyleşide bunun oyunculuktan kaynaklanan bir sorun olduğunu ve gidereceklerini belirtti. Grup oyunu bitmiş bir prodüksiyon olarak değil değişmelere ve gelişmelere açık bir çalışma olarak kodladıklarını söyledi ki bu durum İstanbul gösteriminden sonra İzmir’de ki gösterimde yapılan kimi değişikliklerle kendini ortaya koyuyor. Değinilmesi gereken diğer nokta da oyunun başında soyut olarak kullanılan testi, oyunun sonunda somutlaşarak kırılmamış olarak ortaya çıkması. Bu durum seyircinin açısından net olarak anlaşılmıyor. Ayrıca diğer aksesuarların gerçekçi kullanılmasının yanında Adam’ın yediği meyvelerin plastik tercih edilmesi bunun aksine içilen bardakların dolu olması biraz tutarsızlık içeriyordu. Gerçekçi bir aksesuar üslubu kullanılırken bunu dikkat edilmesi gereken bir husus olarak not etmek gerekiyor.         
Genel olarak Taşkışla Sahnesi izlenirliği ve dramaturjik derinliği olan bir oyun ortaya koymuş. Oyun metnine ve çeviriye yapılan müdahaleler sahneleme açısından eklektik durmuyordu.  Oyunu hala izlemeyenler için mor çatı yararına oynayacakları oyun bir fırsat olabilir. Grupla yapılan oyun sonrası söyleşilerinde vurgu alan noktalardan biri de grubun sahnesinin olmaması ve gerek provalarda gerekse turne konusunda okulun engelleyici bir tutum takınmasıydı.[1]


1 yorum: