26 Mart 2012 Pazartesi

Öylesine Bir Çehov: Sevgili Doktor

23.11.2011

Şehir tiyatroları, Neil Simon’un Çehov’un öykülerinden ve tek perdelik kısa oyunlarından yararlanarak yazdığı Sevgili Doktor adlı oyunu sahneliyor. Oyun Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi’nde seyirciyle buluşmaya devam ediyor. Oyunda yer alan sekiz öykü-kısa oyun içerisinde “Bir Devlet Memurunun Ölümü ” veya “Memurun Ölümü” gibi Çehov’un oldukça tanınmış eserleri de var. Metnin tiyatro sahnelerine taşınmasına ön ayak olan, Amerikan sineması ve tiyatrosunun tanınan isimlerinden Simon, genel olarak orta sınıfın gündelik çelişkilerini ele alan bir yazar. Aynı zamanda Broadway’de  4 oyunu birden aynı anda sahnelenen popüler bir isim.
Melih Anık’ın ilgili yazısından öğrendiğim üzere oyun, Türkiye’de ilk kez 1975-76 sezonunda Devlet Tiyatroları tarafından oynanmış. Elimdeki metin  ise 1993 yılında Fikri Sağlar’ın başlattığı kitap kampanyası çerçevesinde Kültür Bankalığı tarafından basılmış. Şehir Tiyatroları’da Sevgi Sanlı’nın çevirdiği bu metni sahneye taşımış hatta metni “ fazlaca” sahneye taşımış. Bu yargımı daha sonra ayrıntıları ile açıklayacağım. Oyunun tanıtım broşüründe yer alan bilgilere göre oyun, Taner Barlas yönetiminde Taner Barlas, Funda Postacı, Aziz Savran, Kubilay Penbeklioğlu, Meriç Benlioğlu, Nagehan Erbaşı, Yalçın Avşar’dan oluşan bir kadro tarafından sahneleniyor. Dilek Tekintaş dramaturg, Barış Dinçel sahne tasarımcısı, Nihal Kaplangı kostüm tasarımcısı, Özcan Çelik ve Yusuf Tuncer ise sırasıyla ışık ve efekt tasarımcısı olarak oyunda yer almış. Merak edenler, teknik kadro için oyunun tanıtım broşürüne bakabilirler.
Oyunun içeriğinden ve sahnelemesinden bahsederken öykülerin asıl isimlerini değil oyun metnindeki isimlerini esas alacağım. Oyuna gitmeden önce oyun metnine sadece bir göz atmışlığım vardı. Ancak oyunu izledikten ayrıntılı bir metin okumasına giriştim. Metin-sahneleme ilişkisine dair yeri geldikçe karşılaştırmalar ve eleştiriler yapacağım. Ancak öncelikle oyuna daha genel bir çerçeve içerisinden bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Oyunun sahnelenmesinde metne neredeyse kelimesi kelimesine sadık kalınmış; sadece repliksel olarak değil, oyunculuk ve sahne direktifleri de metinden birebir takip edilebilir durumda. Oyun sahnelemesinin bir “uygulama” olduğu göz önüne alınırsa, metnin sahip olduğu anlamı açığa çıkarmak için ona birebir sadık kalmak çözüm değildir. Oyun boyunca birçok sahnede vurgu eksikliği mevcut, bu durumda dramaturjinin sağlıklı bir biçimde ortaya konmasını engelliyor. Oyunda dramaturg olarak adı geçen Dilek Tekintaş’ın bu konuda nasıl bir çalışma yaptığını bilemesem de, sahne dramaturjilerinin silik olmasından dolayı yapılan çalışmanın eksik kaldığını söyleyebilirim. Çehov’un hikâyelerinde şiddetli bir biçimde hissedilen toplumsal eleştiri, sahnelemede belirgin biçimde sahneye hakim olamıyor. Bir de, metinde var olan ve hikâyelerin sonunda tekrarlanan “beş milyonluk bir mirasa konma”  meselesini anlayıp yorumlayamadım. Metne taparcasına bağlı kalma durumu, oyunculuk yorumuna ve oyuncuların aksiyonlarına da birebir yansımış durumda. Oyunculukların, sahnelemeye ve dramaturjiye daha fazla katkı sağlamaları gerektiğini düşünüyorum. Kubilay Penbeklioğlu bu konuda bir istisna olarak duruyor. Sadece metni değil, metni içindeki anlamı düşünerek yorumladığı tiplemelerde oldukça başarılı.
İlk olarak, eğer oyun bir anlatı üzerine kurulmuşsa -ki Sevgili Doktor bu özelliği taşımaktadır- bu anlatı nedenselleştirilmelidir diye düşünüyorum. Oyunda metine belirgin bir şekilde müdahale edilen yerlerden biri anlatıcının ilk tiradı.  Anlatı, bir eylemden değil bir durumdan kaynaklanıyor, Çehov’un üslubuna yabancı olmayan bir seçim. Bu durum ise yazar tiplemesinin içinde taşıdığı paylaşma dürtüsüdür. Ancak metine yapılan müdahale ile bu anlam kaybolmuş durumda. Başlaması gerektiği için başlayan bir oyun durumuna indirgenmiş. Diğer kısımlarda da bu üslup kullanıldığı için anlatının nedeni ortaya konmuyor. Anlatıcı yorumuna gelecek olursak, Çehov oyunlarının ünlü yönetmeni Stanislavski’nin “aklınıza ilk gelenden kaçının” sözü göz ardı edilmiş gibi. Taner Barlas etkileyici sesiyle oyunun sunumunu yapıyor. Oyunun tanıtılması ve sahne aralarının bağlanması dışında bir şeye hizmet etmeyen bir yorum mevcut.  Metnin üzerine kurulduğu temel aksiyon olan “yazarın içindeki yazma ve anlatma dürtüsünü bastıramaması” sahnede kaybolmuş durumda ki bu da sahnelerin eklektik biçimde sıralanmasınave gerekli atmosferin yaratılamamasına neden olmuş.
İlk hikâye “Aksırık”. En büyük tutkusu tiyatro olan orta dereceli bir memur – İvan-  en pahalı yerden karısına ve kendisine iki bilet almıştır. Oyun sırasında bakanlığının bağlı olduğu generalin ensesine hapşırır. Bu durumdan ötürü defalarca özür dilese de kendini rahatlatamaz. Generalin ofisine gider tekrar özür diler. Eve döndüğünde ise sinirlenir ve özrünü geri almaya gider, generale bağırıp çağırır ki bu bağırmada sınıfsal bir söylem görürüz, daha sonra bağırmaya devam ederek tekrar özür diler ve sahne sonunda ölür. İvan’ın çelişkili sınıf bilinci onun çelişki davranışlarına zemin hazırlamaktadır. Buranın metnine biraz bakmak lazım diye düşünüyorum zira didaktik durma riski yüksek. Öte yandan bu sahnede gördüğümüz ağır çekim buluşu izlenirliği bir kat daha artırmış, bu buluşun metinde yer alması ise Neil Simon’un aynı zamanda bir uygulamacı olduğunu gösteriyor. General tiplemesini canlandıran Aziz Savran’ın kimi yerlerde iç aksiyonsuz olarak gerçekleştirdiği oyunculuk seyirciyi rahatsız ediyor. Sinirlenme ve bağırma aksiyonunun öncesi hazırlanmadan, oynanmadan birden ortaya çıkması sakil duruyor. Kubilay Penbeklioğlu, İvan tiplemesinin hem aksiyon çizgisini hem de çelişkili kişiliğini ortaya koymakta başarılı olmuş.
İkinci hikâye ise “Mürebbiye”. Evin hanımı daha önce yaptıkları anlaşmaya uymayarak sudan ve yalan bahanelerle mürebbiyeye yapacağı ödemeyi düşürmektedir. En sonunda devede kulak bir miktar verir. Mürebbiye biraz ısrar etse de çabucak kabullenir, teşekkür eder. En sonunda evin hanımı mürebbiyeye ona bir oyun oynadığını bu kadar saf olmaması gerektiği söyler ve parasını verir mürebbiye ise tekrar teşekkür eder. Sahne boyunca izlenirlik oldukça düşük seviyedeydi. Sabit bir mizansen, aşamalandırılmamış aksiyonlar, tek düze devam eden bir akış mevcuttu. Oyunculuklar da tiplemeye dair bir tavır yoktu. Her ne kadar Çehov bu oyunları yazarken Brecht henüz tiyatro dünyasında taınan bir isim olmasa da rolü bu kadar içselleştirerek oynamak bana hatalı geliyor. Çehov da Moskova Sanat Tiyatrosu’nun verdiği temsillerde bu noktaya dikkat çekerek, oyunlarının ve karakterlerinin toplumsal eleştiri unsurları taşıdıkları ve bu kadar içselleştirilerek oynanmasının yanlış olduğunu belirtmiştir. Sahnenin izlenirliğinin düşük olması ve aynı tempoyla devam etmesinden dolayı seyircinin ilgisinin dağılması da dramaturjik vurguları görünmez kılıyor. Sonuçta seyirci takip edemediği bir yerin dramaturjisi ile de ilgilenmez.
“Cerrah” hikâyesi ise dişini çektirmeye gelen ve bundan ürken bir zangoç ile ustasının yokluğunda diş çekme fırsatı yakalamış acemi bir tıp öğrencisini işliyor. Bu kısmın sahnelemesini başarılı bulduğumu özellikle belirtmeliyim. Kubilay Penbeklioğlu ve Yalçın Avşar iyi bir ikili olmuşlar. Sahnede icra edilen stilizasyonlar, temposu yüksek, oturmuş bir skor, aşamalandırmalar yerli yerinde. Farklı buluşlarla zenginleştirilmiş bir sahneleme mevcut.
“Baştan Çıkarma” da ise bir kadını kocası yoluyla kendine bağlamaya çalışan “kaşarlanmış” bir çapkın izliyoruz. “Oyunculuk Sınavı”  bölümünde Üç kız kardeşi başarıyla canlandıran Meriç Benlioğlu bu sahnede oldukça düşüktü. Anlamlandırılmamış jestler, aksiyonlar arası organik olmayan keskin geçişler tiplemenin inandırıcılığını zedeliyor. Sözünü etmişken “Oyunculuk Sınavı”nda yönetmenin bulunduğu yerin asansörle aşağı inmesi ve ikinci bir İtalyan sahne yaratılması hoş bir buluştu.
“Boğulan Adam” epizodu, bence gerek sahneleme gerek oyunculuk açısından “Aksırık” epizodu ile oyunun  zirvesini paylaşıyor. Taner Barlas ve Kubilay Penbeklioğlu arasında gerçekleşen diyaloglar ve çatışma yerli yerinde sahneye taşınmış. Yazarın geçirdiği mizahi dönüşüm sahneyi renklendirmiş. Taner Barlas’ı bu kısımda gerek tiplemenin durumunu yansıtması gerek alt sınıftan bir insan ve bir polisle kurduğu ilişkiyi göstermesi açısından başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Sahnenin bir kısmının inerek oluşturulan rıhtım ise sahnelemeyi daha da canlandırmış. Keşke bu gibi buluşlar ve sahneleme yöntemleri oyunun geneline de yayılsaymış.
“Biçare Kadın” da Funda Postacı’nın enerjik, hareketli ve sempatik oyunculuğu seyirciyi etkiliyor. İşten çıkarılmış kocasının hakkını arayan bir kadın ve banka müdürü arasındaki tartışma canlı olduğu kadar uzunda. Burada biraz kısaltmaya gidilmesinin hem gereksiz tekrarlardan kaçınmaya hem de sahnenin temposunu korumaya hizmet edeceği kanısındayım. Sahnedeki diğer bir problem ise Banka Müdürü Kistunov’un oynayan Aziz Savran ile Funda Postacı arasındaki etkileşimin zayıf kalmasıydı.  Tiplemeler, birbirleriyle biraz daha ilişkili oynayarak hem temponun ayarlanmasına hem de aksiyonun aşamalandırılmasına fayda sağlayabilirlerdi. Funda Postacı metnin direktiflerinden biraz ayrılarak bu tiplemeyle daha eğlenceli ve canlı buluşlar gerçekleştirseydi sahnenin kalitesi kolaylıkla bir kat daha artırılabilirdi.
Son öykü olan “Uzlaşma” ise ergen bir delikanlı ile onu doğum gününde “erkekliğe” adım attırmak için genel eve götüren babayı işliyor. Konu olarak “erkeklik” kavramının, konuşulmayan, konuşulamayan “cinselliğin” işlendiği bu sahnenin temposu biraz düşük kalmış. Bu durumun oyunun sonuna doğru gerçekleşmesi ise seyircinin yorulmasına sebep oluyor.
Değerlendirmelerimi sonlandırmadan önce dekor konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum. Dekor tasarımcısı Barış Dinçel kolay hızlı değişebilen katlanır bir kitap gibi duran bir dekor tasarlamış. Oyuna hizmet eden, birçok ayrıntıyla bezenmiş bu dekor, tasarımcıyı atmosfer yaratmakta pek zorlamamış olsa gerek. Diğer yandan, şehir ve devlet tiyatrolarında görmeye alıştığımız bu devasa dekorlar yerine daha minimalist, deneysel tasarımları da görmek ilham verici olabilir.
Oyun genel olarak izlenirliğe sahip, seyirciyi eğlendirecek bir gösteri olmuş. Ancak bende uyanan intiba, kolay bir oyun olan Sevgili Doktor’un biraz daha özeni hak ediyor olduğuydu. Özenden kastım sahnelerin, temizliği ritmi değil, daha ziyade sahnelemelerin çeşitlenmesi ve oyuncuların metnin anlamını gözeterek biraz daha yaratıcı olmaları. Son söz olarak oyun sonunda verilen selamda sadece oyuncuların değil sahne üstü emekçilerinin de yer almasını ayakta alkışlıyorum.  İzlemek isteyenler için Sevgili Doktor İBBŞT’de seyirciyle buluşmaya devam ediyor.

1 yorum: